Üniversiteli olmanın en güzel tarafı bilim ve fikir temelli yılların birikimlerini önünüze sunan sempozyumlara bir adımlık mesafede olmaktır. Geçen hafta,biri onaltı yıldır PAU’de yapılmakla artık klasikleşen malzeme sempozyumu; diğeri yirmincisi Denizli’de yapılan Aktif Tektonik Araştırmalar Grubu Sempozyumu olmak üzere iki Sempozyuma katılma fırsatım oldu.
Malzeme Sempozyumunun açılış konuşmasında beni bir sürpriz bekliyordu. Almanya Regensburg Üniversitesi’nden gelen bir bilim adamından kemik yapısını, yaşlanmasını, kırılmasını, tamirini ve bu amaçla kullanılan implantların teknik ve malzeme özelliklerini dinledik. Kemiği bu kadar iyi bilen konuşmacının lisans eğitimini merak edip sordum, malzeme bilimcisi imiş. Üniver-Site yani birleşik siteler, ya da entegre birimler bu demek oluyor işte. Bir disiplin implantlar üzerine çalışırken, diğer bir disiplin bu implantların önce hayvan, sonra insan üzerinde uygulamalarını yapıyor. Böylece malzeme üzerine yapılan çalışmalar makine ve metal dünyasının çok dışında bir alanda uygulamaya sokuluyor.
Malzeme sempozyumudaha çok makine mühendisleri ağırlıklı olmakla birlikte,sağlık ile ilgili çalışmalar açılış konuşması ile sınırlı değildi. Özellikle posterleri incelediğimde gördüğüm bazı çalışmalar doğrudan tıbbı da ilgilendirmesi bakımından ilgimi çekti. Mesela kurutulan gıdalarda aflatoksinin tespiti gibi çeşitli metod çalışmaları. Bu konuda ağırlıklı olarak çalışan DoçDr Necip Atar ile güzel bir fikir alışverişinde bulunduk. Çalıştığı konuların uygulamaya ve üretime aktarılması konusunda en büyük engelin ülkenin sürekli değişen gündemi olması ne kadar acı…
Jeologların toplantısının açılış sunumunda Ökmen Sümer bize antik dönemden günümüze depremin insan tasavvurundaki anlamına mitolojik, tarihsel, öykü tadında ve felsefi bir yolculuk yaptırdı. Depremin kronolojik ve bilimsel anlatım sürecinde, ismi zikredilen bilim adamlarının hemen tamamının batılı olması ve hatta bunların sayısının bizdekilerin tüm bilimsel disiplinlerde çalışan bilim adamlarının toplamından fazla olması ihtimalini nasıl okumalı acaba.
Kuzey Anadolu fay hattına ve İstanbul depremlerine tarih kitapları içindeki anlatımları esas alarak inceleyen Prof Cenk Yaltırak’ınsunumu gerçekten ilginçti. Biz kuzey Anadolu fay hattını bilimsel olarak anlatmaya çalışırken batılı bilim adamlarının bu fay ile ilgili çalışmalarına başvuruyoruz. Bilimsel bilginin aktarımı açısından bu doğru ve olması gereken bir yöntem. Ancak bilim adamının kafasında her doğru için bir acaba sorusunu taşıması gerekir. Örneğin Prof Cenk Yaltırak’ın kuzey Anadolu fayhattının yekpare tek parça oluşuna itirazı var. Bu hatta dikey başkaca fay hatlarının olduğunu ve bunlarında deprem ve buna dayalı hasar oluşturduğunu iddia ediyor. Bu depremlerin tarihlemesini ve temel özelliklerini, tarihi verilerden ve hasarlı binaların günümüze ulaşanlarındaki hasarların büyüklüğü, şekli ve yıkılma yönünden yola çıkarak ortaya koyuyor.
Bir ülke eğitim sistemini değiştirdiği andan itibaren bu değişikliğin neticesini yüzüncü yılda alır. İlk yılları çeviri ile sonraki yılları ise taklit yani yapılanı tekrar ile geçer. Yüzüncü yıl civarında orijinal eserler ve kendimize ait iddialar ortay çıkar. Türkiye tam da bu günleri yaşamaktadır. Bunu sempozyumlarda görmek mümkün.
Sempozyum düzenlemek meşakkatli bir iştir. Marifete iltifat etmek gerekir. Malzeme Sempozyumu yürütme kurulu başkanı Prof Cemal Meran’ave Aktif Tektonik Araştırmalar Grubu Sempozyumu Yürütmek kurulu başkanı DoçDr Mete Hançer’e tebrik ve teşekkürler.
Bu haber 1613 defa okunmuştur.