Aslında bu yazının başlığı “İşte Bu Bizim Hikayemiz” olmalı idi. Filmin rejisör ve yönetmeni Yüksel Aksu 1966’lı, yani benden üç yaş küçük. Benim yaşadıklarımın fazlası var eksiği yok, tıpkı filmin Denizli’deki gala gecesinde söz alıp paylaşanların da söylediği gibi. Aksu tarihe bir not düştü. Bunu bir film, bir masal, bir hikaye olmaktan ziyade, bir görev olarak görüyor ve ben de notumu düşeyim diyorum.
Filmin çocuk karakteri gibi ben de ilk orucumu 12 yaşında tuttum. Yaz tatili ve bağbozumu zamanları, sıcak ve nispeten uzunca bir gün. İbadetle karışık, yapabileceğimi kendime ve çevreme gösterme merakı. Babam Almancı idi benim, ne tütün tarlası gördüm, ne de pamuk tarlası. Aşağışamlı’ya pamuk kozasına gidenlerin maceralarını kıskançlıkla dinlerdim. Teravi namazlarını kaçırmazdık. Beşinci sınıfı bitirdik mi her yaz kuran kursu. Farz namazlarının sessizliğinde kahkahalarımızın kubbeyi çınlattığı olurdu. Genelde hoş görülsek de arada bir camiden kovulduğumuz olurdu.
Bizimde gazozun etrafında dönen bir hayatımız vardı. Şişenin üzerinde yazan şeker, limon tuzu, bikarbonat içeriğini kaç defa bir araya getirip gazoz yapmaya çalıştık. Şeker ve limon tuzu eritilmiş suyun üstüne bikarbonatı dökünce köpürür, bu sefer oldu diyerek tadarsın ama olamamıştır. Bir şeyler ya fazla, ya da eksik olmalı diye düşünürsün.
Gazozu yavaş içersin, bitmesin diye. Buzlusu daha makbuldür. Sıcaklığı, çalkalanma miktarı ile kapağı açılınca taşması arasında bir ilinti vardır. Bu ilinti üzerinden taşar mı taşmaz mı diye ütmece oynardık. Kapakları akşamlara kadar toplanır ve yine ütmecesine oynanırdı. Film arasında mutlaka bi tane içilir. Yavaş yavaş içerken ikinci yarı anonsunu duyunca ağzıma boca ettiğim gazoz boğazıma takılırdı. En bilineni hala bir efsane olan Zafer gazozudur, ama türlü çeşit markalar vardı. Bi tanesinin adı Cincibir idi. Çeyrek asır sonra Cincibir gazozunun Akyaka’da hala satıldığını görünce hem şaşırmış, hem de yitirdiğini bulmuş gibi sevinmiştim.
Parasız yatılı imtihanlarını kazanıp liseyi İzmir’de okudum. Kendimi sol aksiyoner bir grubun içinde buldum. 12 Eylül darbesi ile içimizden hapse düşenler, işkence görenler oldu. Arkadaşlarımın içinde açlık grevi yapanı duymadım, ama darbe ile hayat çizgisi değişenler oldu. Bir de Erdal Eren vardır, ben 17 yaşında ODTÜ’deki sıcak yatağımda uyurken, O Mamak’ta 17 yaşında asılan.
Filmin yönetmeni Yüksel Aksu’nun söylediği gibi biz ders kitaplarımızı bizden sonra gelen akrabalara ve konu komşuya verirdik. Benim arkamdan gelen kardeşim olduğu için benimkileri o kullanırdı. Kardeşim sağ aksiyoner grubun içindeydi benim. Biz onunla kıyasıya tartışırdık. Bir gün okuluna giderken polis çevirmiş. Ellerindeki ders kitaplarını tek tek incelemişler. Kardeşimin elindeki kitabın arasından, kitabın ilk sahibine yani bana ait sol içerikli bir bildiri çıkmış. Almışlar nezarete soruyorlar nerden buldun. Yemiş onca dayağı, “yolda dağıtanlardan aldım” dışında bir söz söylememiş.
Bir komedi şeklinde başlayan ve devam eden film finalde sert bir drama dönüşüyor. Tüm salon göz yaşına boğuluyor. Filmdeki solcu genç vuruluyor ve kötürüm kalıyor, Aksu bunun solun bugün ki topal halini anlatmak için kullandığı bir metafor olarak tanımlıyor.
Filmle ilgili yorumları sonradan okudum. Çok beğenenler olduğu gibi hiç beğenmeyenlerde var. Film bir dönemi anlatıyor ve ellinin altına hitap etmeyebilir ama gençlerde mutlaka görmeli. Ellinin üstünde iseniz kendi hikayenizi, olmadı abinizin, o da olmadı anne ve babanızın hikayesini bulacaksınız.
Bu haber 3046 defa okunmuştur.