25 yaşlarında bir husumete kurban giden dayıoğlum Rüştü Karabulut’un samimi arkadaşı idi. Bu vesile ile arkadaşlığımız lise yıllarında başladı. Çınar’da volta atan bir avunç ergendik. Herkes birbirini tanırdı. Mustafa içimizde en uzun ve en iri olduğu için arkadaşları ona “minik” lakabını uygun görmüşlerdi. Ondan bir yıl önce olmama rağmen ODTÜ’de bir yıl oyalanınca aynı yıl tıp fakültesine başladık. Ben fakülteye yakın bir özel yurtta kalırken, Mustafa, Atatürk Öğrenci Sitesi’nde kaldı. Yurttan fakülteye konserve kutusu otobüslerin oluşturduğu ulaşım sorunu ona uymadı ve devamsızlığa başladı. Geç geldiği için ders yerine fakültenin karşısındaki İkizler Kahvesi’ne takılırdı. Ben de ona takılırdım; “Mustafa kahvede yoklama yapıyorlar mı*” diye sorardım. O da bana her seferinde “sorma ya geçen gün yok yazmışlar” derdi. İyi briç oynardı.
Fakülteyi bitirince Ankara Sulakyurt İlçesi’nde mecburi hizmet yaptı. Kaymakam vekilliği de yaptığı bu ilçede Alevi, Sünni her kesim tarafından sevildiğine yaptığım iki günlük bir ziyaretle şahit olmuştum. Mecburi hizmetten sonra her Denizlili’nin yaptığı gibi memleketine geldi. Denizli Devlet Hastanesi acilinde ve sağlık ocağında çalıştı. Hekim hasta ilişkilerini hastalar lehine empati yaparak hep sorgulamıştır. Ben o yıllarda İstanbul’da görev yapmakta idim. Bir gün telefonla aradı. YÖK’ün akademisyen yetiştirme programları çerçevesinde Tıp Tarihi ve Etik (Deantoloji) alanında yurtdışı doktora imkanı kazanmıştı. Gideyim mi diye soruyordu. Okumayı ve okuduklarını paylaşmayı çok sevdiğini ve hasta hekim ilişkileri ile ilgili olarak taşıdığı kaygıları göz önünde bulundurarak, mutlaka git dedim. Gitti, yabancı dilde zorlanınca ki, Deantoloji için gerekli olan İngilizce üst seviyede olması gerekir, devletin parası boşuna gitmesin diye Türkiye de tamamlamaya karar verdi ve geldi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde doktorasını tamamladı. Doçent oldu.
Mesleğine aşıktı. Biz hekimler sohbet ortamlarında devamlı mesleğimizden yakınırız ya, bu da etrafımızdakileri bu hekimlikten soğutur. Mustafa, bilakis mesleğini överdi. Kızı Melike bu övgüden etkilendi ve Pamukkale Tıp Fakültesi’ne geçen yıl kaydını yaptırdı. Geleneksel beyaz önlük giyme töreninde kızına önlüğü kendi giydirdi. Rahmetli Babası Mustafa’nın doktor olmasını istemişti, istemeyerek kabul etmiş ve sonunda mutlu olmuştu, inşallah kızı Melike’de aynı duyguları yaşar.
Onun iyi bir insan ve eğitmen olduğunu her yıl yapılan mezuniyet törenlerimizde mezunlara cüppe giydirirken öğrencilerden aldığı alkış tufanından anlaşılırdı. Onu kimse kıskanmazdı, çünkü bilinirdi ki, o bunu fazlası ile hak eden biri idi. Rahattı ama eyyamcı değildi, lafını esirgemez, doğru bildiğini söylerdi, altı üstlü oturduğumuzdan zaman zaman dertleşme ihtiyacı hissederdim. Ailevi kalp kası hastalığı vardı. İlerleyici bir hastalık olmasına rağmen hastalığı ile dalga geçerdi. “Her nefis eceli tadacaktır” hükmüne iman böyle bir şey olsa gerek.
Allah bilir ama, benim kanaatim cennetlik olduğu yönündedir. Buna o kadar inanıyorum ki bu sıralar dualarım orada da komşu olmak dileğinde…
Sevgili eşi Dr. Melda Karatepe'ye, biricik kızı Melike'ye, sevenlerine ve yakınlarına Allah sabır versin...