İnsan yüzünü geçmişine çevirince üç hal ile karşılaşır diye düşünüyorum. Sıkıntılı anlar, sevinçli zamanlar ve arada kalan hafif melankolik dönemler. Geçmişi düşünmek tekrar yaşamak gibidir. Kimse sıkıntıyı tekrar yaşamak istemez herhalde, aklımıza gelse bile hızla yüzümüzü çevirir bir an olarak geride bırakmaya çalışırız. Mutlu zamanlar mutlu zamanlardır, tekrar yaşamak istenir ama nasıl olacak o? Ben tekrar yaşanabilen/hissedilebilen duyguların hafif melankoli olduğunu düşünürüm. İçimizde ince bir sızıya neden olan, bu sızıdan hoşnut olduğumuz duygu yüklü anlar.
Geçmişe ha diyince gidilmez. Sizi götürecek aracılara ihtiyaç vardır. Bu aracılar ya bir resim, ya bir eski dost ya da eskilerden bir müzik parçasıdır. Bazen “facebook”unuza düşen eski bir resmi gördüğünüz anı düşünün, ya da okulunuzun bilmem kaçıncı mezuniyet yıldönümü toplantısını. Bu ikisi biraz somuttur; sizi belli bir tarihe, mekana ve olaya götürür. Beni en çok etkileyen müzik parçalarıdır. Tekrar yaşamaktan hoşnut olduğum melankolik anlar onlarda gizlidir. Müzik parçaları; sanki her bir notasına yaşanmış bir duyguyu kodlamış gibidirler. Örneğin; Neşe Karaböcek, Ferdi Tayfur ve Orhan Gencebay beni lise yıllarına; Aşık Mahsuni, Edip Akbayram, Cem Karaca 12 Eylül öncesine götürür. Buca’nın sokaklarında, lisenin bahçesinde dolaşır dururum. Eğer dinleme fırsatım olur ise Cat Stevens, John Bayez beni ODTÜ deki bir yılıma, özellikle de ikinci yurdun 106 nolu odasına götürür. Dinleme fırsatım olur ise dedim; malum popüler olan hepimizi çekip alıyor. Arabalarımızda istemediğimiz kadar kanal ve müzik dinleme olanağı var. Daha çok popüler Türk Müzikleri çalınıyor kulağımıza. Ara sıra çocuklarımız sevdiği için bir iki yabancı isme vakıf oluyoruz, hemen de unutulmak üzere...
Eş durumundan olsa gerek son yıllarda daha çok Türk Sanat Müziği ile ilgiliyiz. İlk defa duyduğumu zannettiğim bazı parçaların beni neden etkilediğini sorgulamışımdır kendi kendime. Bu şarkıların popüler olup radyo ve televizyonlarda okunduğu dönemlerde; yoğun duygular yaşamış olmalıyım ki, bu parçalarda yaşadıklarım kodlanmış olmalı diye yorumlarım.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi günlerimde Pink Flooyd, Deep Purple, Scorpions ve Dire Straits dinlerdim. Haklarını yemeyim, bir de Özdemir Erdoğan ve Sezen Aksu. Bunlardan Dire Straits’in bir konser kaseti vardı ki, o konserde olmak isterdim. Kendi kendime “kimin konserine katılmak için zahmetine katlanırsın?” diye sorar, sonrada tabii ki de Dire Straits derdim. Hani mesela türünden olan bu arzumu eşimle de paylaşmış da değilim. Bundan bir ay kadar önce eşim Mark Knopfler konserine bilet aldım demesin mi. Mark Knopfler, Dire Straits grubunun solisti. Severek dinlediğim aklında kalmış. Sevindim heyecanlandım. Ayakta dinleme yaşını geçmiş olmalıyız ki, oturarak dinleyecek olmamıza ayrıca sevindim. Sahneye yakın koltukta yerimizi aldık. Solo gitardaki ustalık, buğulu ses, müzikteki kalite tamam da; kulağım ve gönlüm hep eski şarkıları aradı konser boyunca. Handiyse tezahürata dayanamayıp geri gelmese; Brother İn Arms ve Telegraph Road şarkılarını okumasa, benim için bir hayal kırıklığı bile olabilirdi. Ne zaman ki bu şarkıları okumaya başladı; çıkamadım ben Cerrahpaşa Hastanesinin ve semtinin sokaklarından. İnsan o anda hayatı iki ile çarparak yaşıyor. Yanında elinden sıkıca tuttuğun eşinle günü, ve müziğin notlarına kodlanmış melankolik anılarla 25-30 yıl öncesini...
Bu haber 3474 defa okunmuştur.