Bazıları toplumun vitrininde olmayı severler. Bunun için özel bir gayretleri vardır. Sivil toplum örgütlerinde yer alırlar. Örgütlerin, kurumların, siyasetin tepesine yükselmeye çalışırlar. Varlıklarının farkına varılsın isterler.
Bazıları ise işinde gücündedir. Önde olmak gibi bir kaygıları ve çabaları yoktur. Bu ikinci grup insanlardan bazıları gönüllerde yer alır. Gönüllerde öylesine bir yer kaplarlar ki, büyüklük kavramı kendilerine duyulan saygının somutlaşmış bir karşılığıdır. Sait Atıcı, tarif etmeye çalıştığım insanlardan biridir. Onun adını duyan herkes önemli bir şahsiyet olduğu konusunda hem fikirdir. Onun basına yansımış bir demecini görmedim. Önemli görülmesi için sebep ne olabilir düşünelim;
İşinde başarılı olmuş, Altınbaşak Tekstil’i marka yapmış bir kimlik. Başarı ile ters orantılı bir mütevazilik. Muhatap olduğu insana karşı saygılı bir duruş. Yakın çevresinin kendine olan hürmeti. Bunları düşündüm Altınbaşak Tekstil’in organize sanayi sitesindeki fabrikasına doğru yol alırken. Fabrikada bir çorba içmeye davetliyim. Seksenine merdiven dayamış bir insan misafirini nasıl ayakta karşılar, misafir oturmadan neden oturmaz. Bu kadar başarılı bir iş hayatının üstüne neden az konuşur, çokça dinlemeyi tercih eder. Biz alışkınız yaşı ve işi yerinde insanlardan nasihat dilemeye. Onlarda memnundur tecrübelerini paylaşacak insan bulduklarında. Sait Abi’de hala öğrenmeye çalışan bir yüz ifadesi, muhatabına da boş konuşmayalım der gibi. Aile efradının, sırtını ve gönlünü dayamaktan memnuniyetini bariz bir şekilde belli ettiği koca bir Çınar.
Yemeğimizi yedik, geri ofise dönerken idari binanın zemin katındaki dokuma tezgahına doğru yöneliyorum. Yeğeni Prof Dr Saadettin Çalışkan, bir heyecanla anlatmaya çalışıyor; “ bu gördüğün el tezgahı” diyor, Hani şu insanın dört uzvunu kullanarak çalıştırdığı dokuma tezgahını göstererek. Sonra daha büyükçe olana yöneliyor ve “bu da Atıcı marka motorlu tezgah” diyor üzerindeki Atıcı markası kazınmış pirinç levhayı göstererek. Sait Bey bu tezgahı kendi imal etmiş. Tek motorla dört uzvun yaptığı işi yapıyormuş. Motor hem birim zamanda üretimi iki katına çıkarmış, hem de çalışma süresini uzatmış. Bu imalatlarını dokuma işi ile uğraşanlara satarmış. İnsanlar sıraya girermiş. İki ayı aşkın bir bekleme süresi olurmuş. Bu süreyi beklemek istemeyenler araya torpil koymaya çalışırmış. İki tanesi bir aileyi rahatlıkla geçindirirmiş. Babadağ’da bu tezgahlarla çok kişi ev geçindirmiş. Tezgaha bir daha ve bir daha bakıyorum. Arka duvarda imalat yıllarından kalma bir aile fotoğrafı. Ortada yakışıklı bir delikanlı Sait Atıcı, etrafında akraba ve çalışanlar, Atıcı marka tezgahın önüne sıralanmışlar.
İnovasyon ve arge diyenler nerdesiniz. Yapılmış bu şehirde bu işler 50 yıl önce. Aynı insanların çocukları ve torunlarıyız biz. Nerede, ne eksik diye düşünmeden edemiyor insan. Sayın Sait Atıcı’ya bir kere daha saygı ve hürmet duydum, neden saygın olduğunu bir kere daha anladım. Asıl takdir yolundan gitmekle mümkün olacaktır.
Gençleri anlattığım bu ortam ile tanıştırmak lazım. Öyle sınıf gezisi gibi değil. Umut vaat eden genç beyinlerle, beş kişilik gruplar halinde ziyaret etmek lazım Sait Amcalarını. İnsanımıza biz de yapabiliriz hissini ne kadar erken verirsek o kadar başarılı olurlar diye düşünüyorum.
Bu yazının başlığı doğrudan “Ulu Bir Çınar; Sait Atıcı” olmalı idi, ama bazen “mütevazi bir duruş” sözü ve kalemi tutuklar.