Tıp fakültesinin son yıllarında bir taraftan okurken, bir taraftan da İstanbul Laleli’de, bir hotel de resepsiyon olarak çalışırdım. Bir gün Türkiye’yi tur ile dolaşan Avusturyalı bir bayanla tanıştım. Onu Türkiye turunda en çok etkileyen Konya’daki dönen dervişler olmuş. Bu vesile ile biraz okuma ihtiyacı hissedince Hz Mevlana’dan ve sufilikten haberi olmuş. Her zaman her yerde karşılaşabileceğimiz bir sohbet konusu anlayacağınız. Aradan bir yıl geçti, beni aradı. Tekrar Türkiye ye gelmiş, hem de kalmak üzere. Avusturya kökenli bir inşaat şirketinin Türkiye şubesindeki işe talip olmuş. Görüştüğümüzde anladım ki onu tekrar Türkiye ye getiren iş değil. Mevlevilik ve Sufilik. Sanki varlığını anlamlandırmanın yolunu bulmuş gibiydi. Geriye artık o yoldan yürümek kalmıştı. Çalıştığı süre içersinde bir kere daha Konya’ya gitti ve bir hayal kırıklığı ile döndü. Dönen dervişlerin maaşlı memur olduğunu yani tabiri caizse bu işi para için yaptıklarını öğrenince şaşırmış. Bu durumu kabullenemedi ve bir yıl kadar çalıştıktan sonra memleketine döndü.
O günden beri kafam karışıktır benim. Mesela Aczmendiler. Bu devirde kim traşsız, upuzun saç, sakal, şalvar, cüppe ve asa ile dolaşır. Müslüman olmak için bunlar olmazsa olmaz şart olmadığına göre, iki ihtimal var. Birincisi günü gelince provokasyon yapmak için hazırda beklemek, ikincisi öyle makbul olacağını düşünen bir samimiyet. Bu ikinci ihtimali siz yabana atmayın. Yaşadığım ömür bana bir şey öğretti ki, insan için normal kavramı geçerli değil. Çevresine zarar vermediği sürece her yaratılan gerek akıl, gerekse ruh sağlığı bakımından bir bütünlüğe sahip. Bütünlüğü bozan da, koruyan da çevre şartları. Haddimi aşar mıyım bilemiyorum ama Aczmendilerin; en azında bir kısmının, toplum ile uyum sağlayamamış ve sağlaması mümkün görünmeyen bir grup insanın, kendi kendilerini terapiye tabi tutarak ruh ve akıl bütünlüklerini korumaya çalıştıklarını düşünüyorum. Dağıtılmaları bu bütünlüğü bozar ve ruhen ve aklen çözülen varlık kendisine veya çevresine yönelik şiddet eğilimine girebilir.
Her toplumda fiziken sağlam olduğu halde, elinden hiçbir iş gelmeyen ve bu bakımdan bakıma muhtaç insanlar vardır? Muhtaçlık sürdürülebilir bir durum değildir ve yine varlığı çürütür. Sufilik, ruhu terbiye etmenin, çürümesini önlemenin yollarından biri değil midir? Sadece elinden hiçbir iş gelmeyenler değil, maddi manevi her şeyi olan, ama bir yere gelip tıkanan ve arayışa girenler yok mu?
Lafı uzatmayım, demek istediğim şu ki nedense bu toplumda dergaha çekilmek diye bir kavram ve uygulama yok. Dünyada kendine yer bulamayanların ve dünyalık işini bitirenlerin buyur edildiği bir dergah. İşte o zaman dönen dervişin cismi ile ruhu bütünleşir ve yarattığı atmosfer gerçek bir davet olur. Söylediklerimi ütopik buldunuz değil mi. Şimdi tersi uygulamanın, yani maaş karşılığı yapılan işlerin bizi nereye götürebileceğine bakalım.
Efendim Antalya’da bir imama rock müzik konseri verdi diye soruşturma açılmış. Soruşturmanın tam olarak neyi araştıracağı ve nereye varacağını anlamadım. Devlet memurlarının gelir getirici herhangi bir işte çalışmalarının yasak olduğunu biliyoruz. İmam bunu eğlence olsun diye yaptı ise ne olacak. Eğlendirmek ve eğlenmek imamlara yasak mı? Sahi imamların görev tanımı var mıdır? Bazıları namaz kıldırma memuru diyor. Hadi buna cenaze kaldırmayı da ekleyelim. Bu görevlerini hakkıyla yerine getiren bir imamı eğleniyor eğlendiriyor diye suçlayabilir miyiz? Aldığı maaşın karşılığını veren birinden bahsediyoruz. Hatta verileni az bulup haklarını almak için sendika da kurdular diye biliyorum. Anlayacağınız grev bugün değilse bile gelecekte gündeme gelebilir. Her ne kadar burada ironi yapmaya çalışıyor olsam da yanlış anlaşılmayı göze alamam, yani bencileyin de imama “rock” yakışmaz.
Geçen köşesinde Süleyman Boz bahsediyor. Ahilik haftası kutlaması nedeniyle yürüyen kortejde siyasetçi, bürokrat, öğrenci varmış, ama bir tane esnaf temsilcisi örgüt ve/veya esnaf yokmuş. Modernite bize ait ne kadar kavram var ise içini boşalttı. İşin pratik ve kolay olanı ile ilgiliyiz. Malum boş sepeti taşımak kolaydır, içi dolu olunca yorar. Kültürel tarafını pazarlayarak değerlerimize sahip çıktığımızı sanıyoruz. Benim merak ettiğim bu kaçınılmaz bir süreç mi? Yoksa aş ve iş derdimizi hallettikten sonra insan ve toplum olarak bir olgunluk dönemi yaşayacak mıyız?