İnternette Erdal Eren ismiyle arama yaparsanız bir fotoğraf düşer karşınıza. 17 yaşında bir çocuğun fotoğrafı. Ben bu fotoğrafa aynada kendime bakar gibi bakarım. 13 Aralık 1980 yılında idam edildiğinde aynı zaman diliminde aynı yaşta olmak, beni onun hikayesine doğru çeker götürür. Hikayesini okurken gözlerim buğulanır.
Erdal Eren, Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi Suner'in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındadır. Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkum edilir. Milli güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980 'de Ankara Merkez Cezaevi'nde infaz edilir.
Öldürdüğü söylenen jandarmaya uzaktan tabanca ile ateş eder, halbuki jandarma bir G3 mermisi ile arkadan ve yakından vurularak öldürülmüştür. Tutuklanması ile idama gitmesi arasında geçen süreçte o dönemin her mahkumu gibi, ağır işkencelerden geçer. Anlatılanlar gerçekte çok farklı da olabilir. Ama bir gerçek vardır ki o can yakıcıdır. Erdal 18 yaşın altındadır ve yasalara göre idam edilemez.
17 yaşında İzmir Buca Lisesi’nde okuyordum. Yatılı okuyorduk ve sahipsizdik. Bize hangi tarafta yer almak istediğimiz sorulmadı, biz kendimizi içinde bulduk. Çok gösteriye katıldık. Bunlardan herhangi birinde silahlı çatışma olmamış olması büyük şans. Karakola çağrıldığımız oldu. 12 Eylül sonrası arkadaşlarımızdan tutuklananlar, yıllarca içerde kalanlar, işkence görenler oldu.
12 Eylül ve o tarihe giden sürecin bir senaryo olduğunu düşünenlerdenim. Sokak çatışmaları, darbe ve yeni bir anayasa için teşvik edildi. Bazıları kurban seçildi ve ibret olsun diye ya yargısız infaz edildiler, ya da yargıyı zorlayarak idam edildiler. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi bizler aynı kaygılarla hareket eden farklı kulvarlardaki gençlerdik. Senaryoyu yazanlar da aramızda hiç fark gözetmediler zaten.
Özellikle bir liseliyi de cezalandırmak istemiş olabilirler mi? Erdal’ın yerinde ben de olabilir miydim? O, her şey bir tarafa hepimizi temsilen mi sallandı. Hepimizin yerine mi öldü. Kendisinin de söylediği gibi “ibret olsun” diye mi? Kurban verilince biz kurtulduk mu? 13 Aralık 1980 sabahı o darağacına giderken, ben ODTÜ ikinci yurttaki ranzamda darbenin yarattığı huzur ortamında uyuyor olmalıyım.
Tekrar fotoğrafa bakıyorum. 30 yıl önceki beni görüyorum. Gözlerim buğulanıyor. Ömrünün bir döneminde solcu olmuş, ama hiç bir zaman Marksist olmamış birisi için bu hüznün anlamı nedir? Demem o ki, hangi nedenle ve kimin için olursa olsun, gözyaşı dökülecek bir dram vardır o yıllarda. Sorumluların yargılanması için bir imkan olsa...
Bu haber 4503 defa okunmuştur.