1990 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, Rahmetli Özal’ın eyleme dökmeye çalıştığı Türk Birliği düşüncesi saman alevi gibi yandı ve söndü. Hala Türk Cumhuriyetleri’nin devlet başkanları arada bir örs üstünde demir dövmek için bir araya geliyorlar, ama bu cumhuriyetlerin sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan Türkiye’den çok Rusya’ya yakın durdukları bir gerçek. Bir Türkmen’in, bir komşu devlet olan bir Kazakistan Vatandaşı ile ancak Rusça anlaşabilmesi, Rusya ile işbirliği için kolaylaştırıcı bir etken olduğu muhakkak. Devlet adamlarımızın kameralar önünde yaptıkları şovlar ne kadar gösterişli olursa olsun, şovun öncesinde ve sonrasına bürokrat takımının fikri takibi olmaz ise sonuca ulaşmak mümkün değildir. Bürokratlar ne kadar iyi niyetli olursa olsun, varılacak hedefe giden yol net değil ise, başarı yine olmaz.
Hedefe giden yolu tarif edecek olan bilim insanlarıdır. Bu bilim insanlarının bir öbeğini gördük PAÜ Kongre Kültür Merkezi’nde yapılan “5. Uluslar Arası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu” vesilesiyle. Dünyanın yirmi değişik ülkesinden gelen bilim insanlarını Türkiye/Oğuz lehçesi ile dinledik ve anladık. İster dilci olsun, ister tarihçi, nerede bir Türk kökenli bilim insanı var ise, çalışmaları sonucunda varıp varacağı yer, ortak tarih ve ortak dil oluyor. Onların bilimsel olarak ortaya koyacakları bu gerçek, önce eğitime, dolayısı ile okul çocuklarına ve gençlere, onlardan da bir nesil içinde bürokrasiye, iş hayatına ve sosyokültürel yaşama yansıyacaktır. Türk televizyonlarının bu konudaki etkinliğini de unutmamak gerekir. Bir Azeri dilbilimci olan Dr Ahmet Şahidov tebliğinde ve kulis sohbetinde şunları söyledi. “Benim babam Rus Televizyonlarını anlıyor, ama Türk dizilerindeki Türkçeyi anlamıyor. Ama yedi yaşındaki çocuğum bir dilbilimci olan benden daha iyi Türkçe anlıyor ve konuşuyor, çünkü sürekli Türk televizyonlarını izliyor.” Sempozyumun benim için en etkileyici bilgisi şu oldu. Herhangi bir Türk, lehçe farklılığı olan diğer bir topluluğa gittiğinde ilk gün anlaşma oranı % 10’un altında iken, bir ay içinde bu oran % 50’yi aşıp seksenlere varıyormuş.
Bunlar umut artırıcı gelişmeler, ama anlaşılamaz olgularda yok değil. Örneğin TRT Avaz kanalı, Türk illerinden yayın yapıyor. Biz anlayabilelim diye röportajlarına alt yazı ile tercüme koyuyor. Orta Asyalı bir Türk, “mektep” sözcüğünü kullanıyor, bizim yapımcı/tercüman onu okul diye tercüme ediyor. Öz Türkçe merakına ve dayatmasına bağlı dili fakirleştirme gayretkeşliğinin sonlandırılması gerekmez mi artık. Bu dil kongresinde bir kere daha gördüm ki her dil her dilden kelimeler almıştır. Alman Dili’nde 250 civarındaki Türkçe kelimeden bahseden bir bildiri dinledim. Diğer diller içinde aynı durum söz konusu. Dışarıdan alınan kelimeler dile zenginlik katıyor. Türkçe binlerce yıl varlığını devam ettirerek, dil yapısı bakımından sağlamlığını kanıtlamış bir dil. Yabancı kelimeler Türkçe’nin yapısını bozamıyor, zamanla Türkçenin bir parçası oluyorlar. Halk tarafından kabul gören ve kullanılan bu kelimelerin atılması dili fakirleştiriyor. Halbuki, Doç Dr Süleyman Solmaz’ın basit ifadesiyle, “Türk halkının anladığı her kelime Türkçedir”. Dilin zenginliği o kadar önemli ki, onun bir felsefe, edebiyat ve bilim dili olabilmesinin yolu zenginliğinden geçiyor. Yard Doç Dr Mehmet Ali Sarı’nın ifadesi ile dil öyle bir olgu ki varlığın temelini oluşturuyor. Duygularınızı kelimelere dökemediğiniz zaman o duyguların varlığı anlamsızlaşıyor, yok niteliği taşıyor.
Varlığımızı dil üzerinden ifade ettiğimizin diğer bir kanıtı da kelimelere yüklediğimiz anlamlar. Örneğin sosyal hayatımızda bir kesimin Allah yerine Tanrı sözcüğünü ikame ettiğini biliyoruz. Bu iki sözcük üzerinden karşılıklı ötekileştirme içinde olduğumuz da bir gerçek. Doç Dr Süleyman Solmaz’ın bildirisinden ve sonraki tartışmalardan öğreniyoruz ki; ibadet dışındaki eylem ve söylemlerinde Osmanlı’da dahil bu ikisi arasında fark gözetmeyen Türk insanı, Ezanın Türkçeleştirilmesi dayatması ile farklılaşmaya gidiyor.
Sempozyumda bir dilin dünya dili olabilmesi için, o dili konuşan nüfus sayısı(Çin ve Hindistan) , etkinlik (İngilizce), Bilim ve sanat dili olma (Latince), coğrafi yaygınlık (İngilizce, İspanyolca, Rusça, Türkçe, Arapça) gibi şartların arandığı belirtildi. Türkçe halihazırda Avrasya kıtasındaki yaygınlığı ve bunun üzerinedünyanın dört bir tarafına yayılan Türk okulları vasıtası ile eklenecek ilave yaygınlıkla, iş hayatı ve sosyokültürel yaşam bakımından dünya dili olma yolundadır.
Bu haber 4290 defa okunmuştur.