Sevgili Dostum Şerif Kutludağ Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili bir yazı beklediğini söyledi. Halbuki ben o konuda seçimden önce yazmıştım ve Ege’nin Sesi Sondakika Gazetesi’inde 18 Temmuz tarihinde yayınlanmıştı. Bu vesile ile söz konusu gazetede aylık yazdığımı da paylaşmış olayım. Yazıya baktım, seçimin bitmiş olması nedeniyle ilave edeceğim bir şey yok, aynı başlıkla aynen aktarıyorum. Beklediğim kişi başbakan olur ise yeni bir yazı ile devamını getiririz…
“Cumhurbaşkanlığı seçimleri bizim toplumun önemli bir özelliğinin tarifi gibidir. Sizde de problem çözme konusunda kısır, ama problem üretme konusunda çok mahir bir toplum olduğumuz düşüncesi yok mu?
Bende cumhurbaşkanı kavramının yaşanan tarihi Fahri Korutürk ile başlar. Ondan öncekiler yazılı tarihtir. Korutürk dönemini yetkisiz ve etkisiz bir devlet başkanlığı diye tanımlayabiliriz. Yine de, yetkisiz ve etkisiz olan bu makama 12 Eylül öncesi kimselerin yakıştırılamaması ilginç. Kim bilir, cumhurbaşkanlığının bir kör döğüşün nesnesi haline getirilmesi, darbe öncesi gereken hazırlıkların da bir parçası idi.
12 Eylül darbesinden sonra adet olduğu üzere darbeci paşa devam eden sürecin de cumhurbaşkanı oldu. Ama bu defa öncekilerden farklı olarak vesayet rejiminin devamını sağlayacak yetkilerle donatılarak. Aslında ben kendi özelimde bu yetki donanımını fark etmiş değilim. Bu nedenledir ki, Özal’ın cumhurbaşkanlığı neden sorun oldu o zamanlar anlayamamıştım. Yine bu nedenledir ki kendisine bir suikast yapılmış olma ihtimalini gerekçesiz ve abartılı bir iddia olarak görmüşümdür. Demirel ve özellikle de Sezer dönemi bize iyice gösterdi ki cumhurbaşkanı devletin en üst kurumlarına üye ve başkan atama yetkisi ile vesayet rejiminin devamlılığı açısından oldukça önemli bir makam.
Cumhurbaşkanını önemli yetkilerle donatan bu sistem, bu makamın daima anayasayı oluşturan iradenin elinde olacağı üzerine kurgulanmış. Bu kurguyu sürdürmek için darbe dahil her türlü yönteme başvurmak da mübah görülmüş. Darbe koşulları oluşmayınca güçlülerin hukuku devreye sokularak 367 garabeti ortaya çıkarıldı. Karşı hamle cumhurbaşkanını halk seçsin şeklinde gelince ve bu öneri bir referandum ile kabul edilince kurgu/sistem çöktü.
Cumhurbaşkanını halk seçecek olunca, seçilen kişi halkın gücünü arkasına almış olacak. Bu süreçte biz bir şey daha öğrendik ki, cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır ve bakanlar kuruluna başkanlık edebiliyor. Bakanlar kurulu bir yürütme organı ve Türkiye’yi yöneten bir yapı. Cumhurbaşkanının başkanlık ettiği bakanlar kurulunda alınan kararlar yönetici iradenin kararları olacaktır. Yani cumhurbaşkanı fiilen icranın içinde olacak. Şimdiden bu sistemin adı yarı başkanlık olarak konuldu bile.
Daha önceki uygulamalardan gördüğümüz üzere cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişinin siyasal, sosyal ve kültürel değerleri makamı şekillendirebilmekte. Erdoğan’ın seçilmesi halinde içinden çıktığı hükümete fiilen başkanlık etme ihtimali yüksek. İhsanoğlu’nun ise böyle bir düşüncesi olduğunu sanmadığımız gibi, bunun imkanı da olmayacaktır. Bu durumda halk klasik bir cumhurbaşkanı seçmek ile bir lider seçmek arasında karar verecek. “