Yeni yılın ilk mesai günü odama girdiğimde masamın üstünde bir hediye paketi gördüm. Paketin içinde bir ajanda olduğu her halinde belli. Severdim ben ajanda kullanmayı, not almak ve günlük tutmak için. Şimdi telefonların içindeki ajandalar her işi görüyorlar. Yıllar oldu ki ajanda kullanmıyorum, ama kurumdaki varlığımızı n bir ajanda ile de olsa hatırlanmış olması hoş. Bu hediye bakın bende ne tür çağrışımlar yaptı.
1970’li yıllara gelinceye kadar geçerli olan işletme anlayışına göre eni iyi işgören kol gücü en iyi olan, en fazla mesai yapan işçiydi. Bu yaklaşımda işçiden aklını ve kalbini işletmenin kapısının dışında bırakması istenirdi. Aklını ve kalbini dışarıda bırakan işçi daha az konuşan, kendisine söylenenlere ve istenenlere konsantre, günlük sorunlarını ve hayattan beklentilerini kapının dışında bırakan, birim zamanda daha fazla iş çıkaran işçidir. Bu işletmelerde işçinin ne yapacağı sıkı kurallara bağlanmıştır ve motivasyon aracı, kurallara uymayanların cezalandırılmasıdır.
1970’li yılların ikinci yarısında Japonya’nın sanayi üretiminde devrim yaratması ile gözler bu ülkeye çevrildi. İncelendiğinde görüldü ki, Japonlar çalışanlarından akıllarını da beraberlerinde getirmelerini istiyorlar. Üretim hattında çalışan işçilerin yaptıkları işle ilgili önerilerinden, yani onların akıllarından faydalanıyorlar. Böylece işin verimi ve kalitesi artıyor. Kol gücünün ve fazla mesainin önemi azalıyor. Buna anlayışa “toplam kalite yönetimi” denildi. Motivasyon aracı ise ödüllendirme idi.
Peki, günümüzde nasıl? Bugün ki modern işletmeler çalışanlarından kalplerini de beraberlerinde getirmelerini istiyorlar. İşletme ile çalışan arasında bir sevgi bağı oluşturabilmek için çalışanların kalplerini de işlerine katmaları gerekiyor. Böylece çalışan işini sahipleniyor, o işletmede çalışmaktan memnun oluyor ve hatta kurumu ile üçüncü şahıslar nezdinde öğünüyor. Bu duruma kısaca kişinin kendini bir kuruma ait hissetmesi, içinde bulunduğu duygu dünyasına da “aidiyet duygusu” deniyor. Bu sistemin motivasyon aracı, çalışanın varlığını kabul edildiğinin ve oda değer verildiğinin her fırsatta belli edilmesidir.
Modern işletmelerin işveren işgören ilişkisinde ulaşabilecekleri en saygın nokta, işgörenin işletme ile arasında bir aidiyet duygusu yaşamasıdır. Tabii ki, bu kendiliğinden oluşan bir durum değil. Öncelikle, işletmenin bu kavramın farkında olması ve bu duyguyu geliştirmek için çalışması gerekir. Bu anlayışın en temel kuralına göre, işgörenler işletmenin ortağıdırlar. Tabii ki patronun malına mülküne ortak değildirler, ancak yapılan işe ortaktırlar. Buna göre, bir kişi ortağına nasıl davranırsa çalışanlarına da öyle davranmalıdır. Bunun için buyurgan olmayan, birlikte bir ekip olarak iş yaptığını hissettiren bir yaklaşım gerekir. Bir ekip olduğunuzu hissettirmenin yolu, çalışanları karar süreçlerine dahil etmekten geçer. Bu yaklaşım çalışanın bir birey ve bir değer olarak kabul edildiğinin en büyük kanıtıdır. Karar süreçlerine dahil olan çalışan, alınan kararların içinde olduğu için bu kararları sahiplenir ve başarılı olunması için uğraşır.
Çalışanın ile kurum arasında bir aidiyet duygusu geliştirilmesi halinde, çalışanın kurumu ile öğüneceğini belirtmiştik. Bu övünç aynı zamanda iyi bir temsili ortaya çıkarır ve dolaylı olarak kurumun reklamı yapılır. Temsiliyet ve reklamı kolaylaştırıcı işler yapmak işletmenin görevleri arasındadır. Örneğin kurumun logosu olan bir saat, bir duvar takvimi veya örneğimizde olduğu gibi bir ajandanın çalışanlara verilmesi kurumun lehine işleyen bir süreçtir. Kuruma karşı aidiyet duygusu içinde olanlar bu objeleri kullanmaktan haz duyacaklardır. Aidiyet duygusu içinde olmayanlar ise kullanmamayı tercih edeceklerdir. Çalışanlara hediye dağıtılırken ayrım yapılmaz ise, çalışanlarda bir ekibin parçası oldukları duygusu oluşur. Kapıdaki güvenlik görevlisinden, beyaz yakalısına, temizlikçisinden mutfakta çalışanına herkesin varlığının farkında olunduğu belirtilmiş olunur. Zira istenen ve beklenen kurumun her seviyede ve toplumun her kesiminde temsilidir.
Bi düşünün bakalım sizin çalıştığınız kurum sizin varlığınızın farkında mı? Size, yani fikirlerinize değer veriyor mu?