Uzakdoğu Meditasyon Kültürünün Bir Uzantısı Olarak “Nefes Alma Teknikleri”
İnsan sağlığını iyileştirmek üzere kullanmayı düşündüğümüz herhangi bir yöntemin, aynı durum için daha önceden kullanılan yöntemlerin çıktılarından faydalanarak, kişiye özel planlanmasına kanıta dayalı tıp diyoruz. Bir tedavinin bir kişiye iyi gelmesinin bir anlamı yoktur. Yöntemin aynı koşulları taşıyan bir grup hastada denenmesi ve gözlenmesi gerekir. Hasta grubunun asgari ne kadar olması gerektiğini bize biyoistatistik bilim dalı tarafından yapılan ölçümler verir. Bu da yeterli değildir. Aynı koşulları taşıyan bir grup hastaya, tedavi yönteminin aynısını görüntüde ve uygulamada içeren, ancak içeriği boş olan bir tedavi uygularsınız. İki grup arasındaki karşılaştırma bize tedavi etkinliğini verir. Burada ilginç olan içeriği boş olan tedavi yönteminin de hastalıktan hastalığa değişmekle birlikte genellikle % 10-20 civarında etkili olmasıdır. Biz buna plasebo etki diyoruz. Bazı hastalıklarda bu rakam % 30’lara kadar çıkabilir. Yani her üç hastadan biri tedavi edildiğine inandırılabilirse leblebi tozuyla bile iyileşebilir. Modern tıp kanıta dayalı tıp üzerine kuruludur. Bir tedavi yönteminin % 90 etkili olması, geri kalan % 10’luk grup için sadece bir istatistikten ibarettir. Bu nedenle % 10’luk iyi gelmeme ve hatta kötü olma ihtimalini hasta ve sahibi ile paylaşmanız gerekir.
Plasebo etki üzerinde biraz daha duralım. Çocukluğumda özelikle yüz ve ellerimizde temra adını verdiğimiz lekeler çıkardı. Bu lekeleri, Dedem ıslatılınca yazan mürekkep kalemi ile çevreler, ortasını çizer, okur ve üflerdi. Ben temraların bu yöntemle iyi olmayanına rastlamadım. Yıllar sonra tıp fakültesinde okudum; stresin savunma sistemini nasıl baskıladığının fizyopatolojisini öğrendim. İnsanın kendini iyi hissetmesi/iyi olacağını düşünmesi de iyi olmasını sağlayabiliyordu.
Şimdi alternatif tıp mı desem, tamamlayıcı tıp mı desem, şarlatanlık mı desem, plasebo etki mi desem, bir takım terapiler ortaya çıktı. Biz tıpçılar % 70 oranında iyi gelen tedaviler için bile mütereddit davranırken, tamamlayıcı tıpçıların % 10’luk bir iyi hissetme haline olan inançlarına hayranım. Yöntemlerine öylesine inanıyor ve güveniyorlar ki, çare arayan birinin etkilenmemesi mümkün değil. Son zamanlarda da nefesçi modası var. Doğru nefes alırsak ömrümüz uzar diyorlar. Ben ömür uzatan faktörleri kısaca sıralayayım bakalım nefes bu sıralamada nereye düşer. Kilo normal olacak, egzersiz yapacaksınız, sigara içmeyeceksiniz, varsa tansiyon ve şeker hastalığı kontrol altında olacak ve stresten uzak duracaksınız. Bu yöntem Avrupa insanının yaşam süresini 20 yıl artırdığı gibi, Türkiye’de ölüm nedenleri arasında birinci sırada olan kalp hastalıklarını neredeyse ortadan kaldırdı. Nefes bu tarifte nerede kendine yer bulur bilemiyorum. Bu çabalar Uzakdoğu meditasyon kültürünün uzantılarıdır. Adamlar kültürlerine öyle sahip çıkıyorlar ki, nefes teknikleri/meditasyon uygulamasının fizyolojik etkileri var mı diye araştırma yapıyorlar. Bizimkiler de bu çalışmaları çevirip bize satıyor. Biz de sanat müziğinin bazı psikolojik rahatsızlıklara iyi geldiğini iddia ediyoruz ya, onun gibi bir şey. Tamamlayıcı nitelikte oldukları sürece itirazım yok, ama mucizevi anlamlar yüklenmesi kafa karışıklığına neden oluyor.
Doğru nefes almanın temel kuralı karın solunumu yapmaktır. Böylece akciğerlerimize daha fazla hava gider. Karın solunumu benim işime gelmiyor. Karnım öne doğru şiştiğinde kendimi kötü hissediyorum. Karnımı içime çekip fit durduğumda daha iyi hissediyorum. Böylece karın kaslarım direnç kazanıyor ve belimin çukurlaşmasını önlüyor ve bel ağrım olmuyor. Elbette ki nefesimizin yanlış kullanılmasına bağlı bir takım hastalıklar olduğunun bir KBB hekimi olarak farkındayım. Örneğin ses tellerinde, polip, nodül gibi hastalıklar, bunlara bağlı ses kalitesinde bozukluk ve konuşurken yorulma. Ses problemleri ile bize geldiklerinde ses ve nefes terapisi veriyoruz. Ama bunlar toplumun içinde bir azınlık. Nefes alıp vermek refleks bir olaydır ve yukarıda anlattığım türden görünür bir patoloji yoksa terbiye edilmesi diye bir şey yoktur. Olsaydı tıp fakültelerinin göğüs veya KBB bölümünde bir ders olurdu.
Efendim adamın biri Galata Köprüsü’nde turşu satmış. Bir içen bir daha içmemiş, yani o kadar kötü imiş. Ama olsun adamcağız kırk yıl ev geçindirmiş. 74 milyonluk nüfusta üfürükçülere de, nefesçilere de kendilerine bir yer bulabiliyorlar.
Bu haber 7339 defa okunmuştur.