Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden dönem arkadaşım Dr Ali Özyurt, benden yukarıdaki başlıkta bir yazı yazmamı istedi. En son Cerrahpaşa’nın somut kültürel miras niteliğinde, tarih kokan bir amfisinde, bir araya gelmiş ve sınıf arkadaşımız rahmetli Dr Mustafa Karatepe’yi anmıştık. Bu buluşmayı takip eden günler içinde de Hacca gittim. Kendi ifadeleri ile Anma Toplantısı’ndaki konuşmamı çok beğendiklerinden devamını istiyorlar. İstiyorlar, çünkü benim düşünce dünyam o gün amfide bulunanların birçoğu için diğeri niteliğinde. Öteki demiyorum, çünkü dönem arkadaşları hiçbir zaman birbirlerini ötekileştirmezler.
Amfi; üniversiteyi, bilimi, pozitivizmi temsil eden bir semboldür. Üniversiteler sadece gerçeklerin arandığı değil, bilinen gerçeklerin de sorgulandığı yerlerdir. Bilim adamına şüpheci olması öğretilir. Sorgulaması istenir. Bu nedenle akademisyenlerin olaylara eleştirel bir bakışları vardır.
İman ve amel ise dogmatik bir olgudur. Bir yaratana inanırsınız, koyduğu kurallara sorgulamadan uyarsınız, uyabildiğiniz kadar da kendinizi yaratana yakın hissedersiniz.
Pozitivizm ön kabulleri kabul etmez. Hatta pozitivizm din anlayışının tam zıddıdır. Bu tanımdan bakınca bilim adamlığı ile “yaratan ve yaratılan” anlayışı çelişir. Bu sadece bir tespittir, yoksa benim kafamda bir çelişki yok. Niçin olmadığını izah etmeye çalıştığım “Din ve Bilim” yazımı okuyucularım hatırlayacaktır.
İnançlı biri için üniversite ortamı “kirli” bir ortamdır. Bilimsel metot ile dini kabuller arasında gidiş gelişler olur. Şimdi biraz somutlaştırayım.
Bana kabe’yi ilk gördüğünde insan çok etkileniyormuş dediler. Bu iddiaya şüphe ile baktım. Kabe, ilk defa Adem Peygamber tarafından yapıldığına inanılan, sonrasında yıkılan temelleri üzerinde İbrahim Peygamber tarafından yeniden yükseltilen. Peygamberimiz zamanı da dahil, günümüze kadar defalarca yıkılan yapılan ve tamir bakım gören insan yapısı bir mabet. Bu mabedin kendisi bile orijinal değil iken, çevresinde ibadeti kolaylaştırmak adına, tabandan tavana hijyenik, yapısal, görsel ve teknolojik değişikliklerle modernize edilen bir mekandan bahsediyoruz. Nasıl bir etkilenme olabilir ki? ön yargısı ile oraya vardım. Kafile halinde Kabe’nin avlusuna girdik. Avludaki kalabalığın arasından “tavaf” yani Kabe etrafında dönme sınırına ulaştık. Çekirdeğin etrafındaki elektronlar gibi dönen insanların oluşturduğu akıntıda bulduğumuz bir boşluktan insan seline dahil olduk. Sanki bir plazma yoğunluğunun içine girdik, bir bilinmez tarafından kuşatıldık. Sonraki günlerde de birçok defa tavaf yaptık, ama hiçbiri ilki gibi hissettirmedi. Şimdi, ne zaman yaratana yakınlaşmak istesem ruhumu o ana göndermeye çalışıyorum.
Bir de gidenin bir daha gitmek isteyeceği iddiasına şüphe ile baktım. Mesela, Milano’da kongre var demişlerdi de oraya bir defa gittim, gerek yok demiştim. Gittim dediğim de 3-5 gün. Bir ay boyunca sıcak, çorak, kurak bir coğrafyada, kısıtlı imkanlarla ve fiziksel yorgunluk üzerine kurulu bir zaman geçireceksin, sonra da bir daha gitmek isteyeceksin, inandırıcı gelmemişti. Ama şimdi hac için değil ama, ziyaret/umre için uygun bir zamanda tekrar gideceğimi biliyorum.
İnsan; duygu, ruh ve düşünce harmanından oluşan bir varlık. Bu harmanı bir arada tutmaya pozitivizm yetmez diye düşünüyorum…