Başından şunu itiraf edeyim iki ben ıslak işleri sevmem; örneğin bulaşık yıkamam, çamaşır yıkamam. Bu manada kayak işi de bana ıslak iş gelir, hazzetmem. Şaka bir yana, insanın kendine eziyeti gibi gelir bana kayak sporu. Diz eklemine fazla yüklenen, sakatlanma ihtimali yüksek bir spordur. Olaya böyle bakmanız ve uzak durmaya çalışmanız, yolunuzun bir gün kayak merkezine düşmeyeceği anlamına gelmiyor.
İlk defa tıp fakültesinde öğrenci iken Bursalı bir arkadaş götürmüştü Bursa Uludağ’a. Yaz günü olduğu için Kirazlı Yaylası’na çıkıp mangal yakmıştık. Daha sonra bir ulusal kongre nedeniyle gittim, yine Kirazlı Yaylası’na. Bu defa kış olduğu için günü birlik kayak merkezine ve hatta daha ilerisine zirveye çıkıp ocak başında sucuk yemiştik. Yıllar sonra yine bir kongre nedeniyle Uludağ’a yolum düştü. Bu defa kayak merkezindeki otellerde kaldık. Hemen otele yerleştikten sonra indiğim lobide sohbet edecek bir Allahın kulu yoktu, herkes kayağa gitmişti. Bir arkadaşın, ben sana öğretirim ısrarı üzerine kayak takımlarını kiralayıp teleferik ile tepeye çıktık. Nasıl olacak demeye kalmadı arkadaş kaydı gitti. Ben telesiyejle birkaç dakika süren mesafeyi, düşe kalka bir saatte indim. Sonuna doğru biraz hoşuma gittiğinden tekrar teleferikle yukarı çıktım ve bu defa 15 dakikada aşağı indim. Takip eden kayak macerası yine bir kongre nedeniyle Erzurum Palandöken’de oldu. Isparta da yapılan bir sınava jüri üyesi olarak gitmiştim. Misafirperverlik yapmak isteyen arkadaşlar yaz günü bizi Davraz’a çıkardılar. Yemek yiyip indik. Daha sonra Denizli’den bir grup Davraz’a hafta sonu tatiline gittik. Sadece bizim grup değil, Denizli orada idi desem yeridir. Bu defa oğlumla birlikte bir iş yapmak adına epeyce kaydım. Oğlumun ilk tecrübesi olmasına rağmen benden iyi idi.
Bunları düşündüm Bozdağ’ın zirvesine çıkarken Nisan’ın ikinci haftası. Bu tarihi özellikle veriyorum çünkü dağın kayak için planlanan yamaçlarında hala kayak yapacak kar vardı. Bu yamaçlar kuzeye baktığı için kar varlığını uzun süre devam ettirmişti.
Gördüğünüz gibi kayak olgusunu tesadüfler ve mecburiyetler nedeniyle yaşayan biri için bile zengin bir geçmiş sayılır. Şimdi bu yaşanmışlıklardan hareketle Bozdağ’da bir kayak merkezi neler kazandırır bakalım. Aralık –Nisan ayları arasında dört ay süre ile kayak mevsimi olacaktır. Kayakçıları ağırlamak için konaklama tesisleri yapılacaktır. Mayıs ayından itibaren yaz sıcağında değişiklik arayanlar için bir gezinti ve yemek mekanı olacaktır. İllaki zirveye çıkmak gerekmez, yol boyunca Tavas Ovası’na bakan o kadar çok manzara terası var ki; buralarda çay ve mangal imkanları sunulacaktır. Zamanla yeterince konaklama tesisi olur ise kongreler yapılacaktır. Yöre insanı bu tesislerde istihdam edilecektir. Yöre ürünleri doğrudan tüketiciye ulaşabilecektir. Özelikle yakın çevre köylerindeki çocuklar erkenden kayak sporu ile tanışacaklar ve ararlından milli sporcular çıkacaktır. O gün geldiğinde biz geç kalınmış tarih ve boşa geçmiş zamanlar için hayıflanacağız.
Tüm bu olacakları öngören Nikfer insanı Kasabanın Bozdağ yolu çıkışına bir konaklama tesisi yapmış. Tesisi akıl edip ve yapanlar, Gurbetçilerin kurduğu ve desteklediği bir dernek. Gurbetçi çalıştığı ülkede, bir kayak merkezinin ne anlama geldiğini, yaşayarak görmüş olmalı ki bu cesareti göstermiş. Değil mi ki kayak merkezi yapımı gecikmiş, onlar da konaklama tesisini yaşlı bakım kurumuna çevirmişler. Şimdi kırk kadar yaşlı, on kadar çalışan önemli bir ihtiyaç gideriliyor.
Bozdağ ile ilgili çok yazı yazıldı. Ben en çok Hakan Keysan’ın yazdıklarından etkilendim. Çocukluğuna giderek; bir çocuk gözü ile dağ, kar ve kaymak olgularına dokunmuştu. Düşünüyorum da onun çocukluğunda bir telesiyej olsaydı; alt tarafı biri aşağıda diğeri yukarıda iki elektrikli motor arasına çekilmiş çelik halat ve tutunarak tepeye ulaşmak için bu halattan sarkan tutamaklar. Çok tutsa 100 bin lira ederdi. Şöyle 200 metrelik bir pist bile çocukların içindeki hevesi karşılamaya, yetenekli olanları keşfetmeye yeterdi. Tüm Türkiye’de nerede bir kar tutan tepe var ise bunlardan yüzlerce yapılabilirdi. Yaptığımız işleri büyüklükle ölçmek gibi bir zaafımız var. Halbuki, “küçük ama şimdi” diye düşünsek ve uygulasa idik, büyüklere giden yolda çok mesafe kat etmiş olurduk.
Bu haber 3844 defa okunmuştur.