Geçen haftaki “Amfi’den Kabe’ye” başlıklı yazımı kendini ateist olarak tanımlayan ve amfiyi kutsayan tıp fakültesinden dönem arkadaşımın isteği ile yazmıştım. Bu gün ki düşünce dünyası içinde yolu hiç Kabe’ye düşmeyecek olan bu arkadaşımın, benim kutsalım olan Kabe ile bir sorunu yok. Yine kendi ifadesi ile anne ve babasının hac masraflarını kendi karşılamış biri. Benim de amfi ile bir sorunum yok. Ancak, bu memlekette hac ibadetini Araplara para kazandırmak olarak gören bir kesimin varlığını yadsıyamayız. Neden böyle düşünüyorlar sorusunun bendeki cevabı; “farklı düşünüyorlar, bugün için öyle düşünüyorlar” şeklindedir. İnsanların değişebileceğini kabul etmek gerekir. İşte anahtar deyim bu. Peygamberimiz Taif’e tebliğ için gittiğinde Taifliler tarafından taşlanıyor ve yüzü yaralanıyor. Cebrail kendisine dilerse Allah’ın Taif Halkı’nı helak edeceğini söylüyor. Peygamberimiz bunu kabul etmiyor. Gerekçesi de basit “onlar bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı”. Sözlerimden, sakın herkes bir gün bilecek veya herkesin hakikati bu oldurulmalıdır manası çıkmasın. Ben dini eğitim almış biri değilim, ama islam coğrafyasındaki terörist oluşumların sapık gerekçelerine baktıkça, bildiğim kadarını paylaşmak görev gibi oluyor.
Anahtar kelimeye dönecek olursak. Kimsenin değişmeyeceği fikrine takılıp kaldığımız andan itibaren ötekileştirme başlıyor. Ötekileştirme toplumun içinde fay hatları oluşturur. Bu şekilde yaşamanın sürdürülebilir olmadığı gerçeği üzerinden bir şeyler yapmak lazım. Bu topluma önce katalizör bir faktör lazım. Çözüm sürecindeki akil adamlar uygulaması gibi bir şey. Bu manada dönem arkadaşlıklarını önemsiyorum. Dönem arkadaşları hiçbir zaman birbirlerini ötekileştirmezler. Birbirlerini dinlemekten, birbirlerine yardımcı olmaktan haz duyarlar. Benim için Cerrahpaşa 87 ve İzmir Buca Lisesi 80 dönem arkadaşlığı aynen tarif ettiğim gibidir. 12 Eylül öncesinin koşullarında şekillenen ve hala birer devrimci olma iddiasında olan İzmirli arkadaşlarımdan gördüğüm sevgi, saygı ve takdir aynı dünya içinde bulunduğumu düşündüğüm arkadaşlarımın ötesindedir. Çünkü biz onlarla ekmeğimizi, pantolon dahil giysimizi ve yokluğumuzu paylaşmıştık. Öğretmenler odasından soruları çalanları bırakın ihbar etmeyi, soruları çözerek suç ortaklığı yaptık. Nezarete düşenlere ekmek götürdüğümüz için tokat yemiştik. Her birimiz onsekizin altında, birer Erdal Eren adayı idik. Yokluğu paylaşanların, varlığı paylaşma sıkıntısı olmaz.
Geçmişler aynıdır, ama şimdiki zaman değişmiştir. Zaman, imkan, ihtiyaç, sorumluluk ve olgunlaşma kısacası hayat her birimizi farklı bir konuma götürür. Öyle ki toplumdaki kimliğimiz ve statülerimiz bizi geçmişimizden koparır ve ayrıştırır. Toplumda bir masanın, bir sofranın etrafında hiçbir zaman bir araya gelemeyeceğimiz kesimler vardır. Yine üstüne basarak söyleyim ki sınıf arkadaşları hariç. Onlar her koşulda bir araya gelip en çetrefilli konuyu birbirlerini kırmadan tartışabilirler. Böylesi ortamda her biri kendi düşünce dünyaları bakımından toplumun bir kesimini de temsil etmektedirler. İnsan yabancı bildiğine mesafelidir. Tanıdıkça empati yapma ihtiyacı hisseder. “Yüz yüze bakar yüz yüzden utanır” denir ya; birbirimizden utanacak kadar yakınlaşmanın bir yoludur dönem arkadaşı buluşmaları.
Hani Yunus diyor ya, “yaratılanı severim yaratandan ötürü”, “dönem arkadaşları da birbirlerini severler aynı geçmişe sahip olmaktan ötürü”. Dönem arkadaşlığı buluşmaları toplumdaki fay hatlarının ortadan kaldırılmasında katalizör bir etki gösterebilir diye düşünüyorum. Test etmesi bilime, yani sosyologlara düşer…