Japon, Çin, Rus, Hint, Arap, Yunan, İtalyan İspanyol, Portekiz, İngiliz, Alman ve Türk; bu milletler kadimdir ve bu milletleri tarihten ve coğrafyadan silmek mümkün değildir. Bu milletler aynı zamanda bulundukları coğrafyanın dışına taşan yönetimler kurmuşlardır yani emperyaldirler. Bu milletlerin bazıları ki bunlar İngiliz, Portekiz, İspanyol ve Türk’tür, ortaya çıktıkları coğrafyadan bağımsız ve çok ötelerde devlet kurmuşlarıdır. Demem o ki bu milletler büyüktür, tarih sahnesindeki serüvenleri tesadüflere bağlı değildir. Devlet kurma gelenekleri ve kurguları alternatiflidir. Sözü Türkiye Cumhuriyeti’ne getireceğim. Büyük Selçuklu’dan başlayarak, Anadolu Selçuklu, Osmanlı İmparatorluğu ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti diye devam edegelen ve bana göre tek bir devletin yürüyüşüne şahidiz aslında.
Birinci dünya savaşı sonrası, tarihimizde birkaç kez tekrarlandığı gibi, küllerimizden yeniden doğma kararlılığı ve çabasında iken yanımızda olmasını umduğumuz hiç bir millet kalmamıştı, Kürtler hariç. Hemen her etnik unsurun kendi devletini kurma yolunda olduğu, en azından manda/korumacı yoluyla değişime yelken aştığında, Kürtlerin faklı düşünmesi için sebep neydi? Buraya kadar yazdıklarımda olduğu gibi bundan sonrası da şahsi kanaatim ve düşüncemdir, benden kanıt istemeyin;
İhtimaldir ki Kürtlere muhtariyet sözü verildi. Önce Misaki Milli sınırlarına ulaşılacak, sonra idari yapılanmaya gidilecekti. Bu hedefin birinci aşaması kadük kalınca, yani Musul ve Kerkük dışarıda kalınca, ikinci aşaması da kadük kaldı. O zaman ki kurucu irade, ulusal devletten yana tavır aldı. Bir ulusal devletleşme sürecinin yaşandığı o gün ki dünya konjuktürü göz önünde bulundurulduğunda, kimse bu kurucu iradeyi suçlayamaz. Diğer taraftan bu tek taraflı alınmış de fakto bir karardı ve karşı tarafın kabullenmemesi şaşırtıcı olmazdı. Nitekim cumhuriyetin kuruluş yıllarını takiben Kürt isyanları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bu isyanların temel özelliği şehler/şıhlar bulaşığı olması, yani dini temelli olmalarıdır. Bu nedenledir ki, isyan niteliği kazanabilecek bir taban bulabilmiş ve cumhuriyetin başını ağrıtabilmişlerdir. Cumhuriyetin temel değeri olan laiklik ve onun katı uygulaması bu tür isyanların ortaya çıkmasına her zaman vasat sağlayabilirdi. Ancak Kürt coğrafyasındaki isyan geleneği marjinalize edilebilir ise yani tabandan koparılabilir ise o zaman münferit bir güvenlik sorununa indirgenebilirdi. Bu fırsatı cumhuriyete soğuk savaş yılları verdi. Halkların eşitliği ve özgürlüğü sloganı etrafında toplanan ve ayrışan/ayrıştıran sol hareket elbette ki Kürtlerin arasında da bir yer bulacaktı. Ben terörist başının devletin adamı olup olmadığını bilemem, ancak oluşan fraksiyonlardan birine yol vermek için illaki pazarlık yapılması gerekmez. Salarsın kendi haline gör bak neler olur.
Her şeyde olduğu gibi, bu projede de bir maliyet unsuru elbette ki olacaktı. Maliyeti ağırlaştıran iktidar sahiplerinin iktidarda kalma hevesleri/saplantıları ve kendilerini vazgeçilmez sanmaları/sanılmasını sağlama arzuları olmuştur.
Neticede Kürtler ikiye bölündü. Bir kısmı dini hassasiyetleri olan partilerin tabanında, bir kısmı da Marksist Leninist yani ateist bir hareket olan PKK tabanında. Ben buna başarılı bir cumhuriyet projesi derim. Böyle de sürer giderdi. Peki, şimdi ne mi değişti de isyan geleneği çözüme razı geldi. Dedik ya önce birinci şart, sonra ikinci şart…