Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili olarak vatandaşın klasik bir cumhurbaşkanı seçmek ile bir lider seçmek arasında bir tercih kullanacağını ve eğilimin lider seçmekten yana olduğunu belirtmiştik. Sonuç beklendiği gibi oldu ve bir lider seçildi. O andan itibaren nasıl bir başbakan seçileceği tartışılmaya başlandı. Bu seçim önemliydi çünkü kim nasıl düşünürse düşünsün Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı bırakması sonrası yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Başbakan için üç seçeneğin gündemde olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi emanetçi, ikincisi çatışmacı, üçüncüsü güçlü bir başbakan. Emanetçi, sırada kim var? sorusunu hep gündemde tutacağı için hem parti, hem hükümet, hem de Türkiye açısından sorun oluştururdu. Çatışmacı dediysem bu sıfatla anılan biri yok elbette. Şöyle partinin kuruluşunda bulunmuş, tabanda bir karşılığı ve süreçte bir emeği olduğunu düşünen biri, zamanla kendi varlığını ortaya koymak isteyebilirdi. Ne emanetçi, ne emekçi bir başbakan tercih edildi, güçlü bir başbakan tercih edildi. Geçen yazımda beklentim gerçekleşirse gelişmeler üzerine bir yazı daha yazarız demiştim ya; işte oradan devam ediyoruz…
Şimdi, Davutoğlu’nun ne gücü var diye sorulabilir. Davutoğlu partinin kurucularından değil, tabanda bir karşılığı olduğunu sanmıyorum. Onu, güçlü kılan fikirleri. Stratejik derinlik başlığında toplanan düşünceleri. Onun için söylenen “komşularla sıfır sorun söylemi ile yola çıktı, sırf sorun noktasına geldi” sloganik ve ucuz bir propaganda. Şimdi, 1923 ten bu tarafa bir düşünün bakalım, bizim hangi komşumuz ile sorunsuz bir komşuluğumuz vardı da bozuldu. Maalesef bu coğrafya sorun coğrafyası. Maalesef kendi coğrafyamızda bile oyun kurucular dışarıdan. Onlar sorun çıkarma konusunda mahir, komşular sorun çıkarmaya teşne. Davutoğlu ile birlikte ilk defa, çevremizde olanlara sınırımızın dışında gözü ile bakmadık. Kuzey Irak konusunda kaçınılmaz sonu öngörüp buna göre pozisyon aldık. Biz bu coğrafyada ne pahasına olursa olsun bir Kürt bağımsızlığı istemezik söylemini bırakınca; Amerika ve Almanya gerçek niyetlerini ortay koydular ve onlar istemeyiz dediler. Çünkü şu artık ayan beyan ortada ki, böylesi bir oluşumun tek yaşama şansı Türkiye açılımıdır ve yine böylesi bir oluşumdan en karlı çıkacak ülke Türkiye olacaktır.
Akademisyenlerin siyasette başarılı örnekleri oldukça azdır. Akademik dünyanın bilimsel, normotif gerçekleri siyasetin değişken dünyasına uymaz. Bu nedenledir ki akademisyenlerin siyasete atılmalarına mesafeli durmuşumdur. Akademisyenlerin birikimlerinden faydalanmanın yolu onların danışmanlığına başvurmak olmalıdır, diye düşünmüşümdür. Bu vesile ile yerel siyasetçilerimiz sormuş olayım. kaç tane adı ve konusu belirlenmiş akademisyen danışmanınız var?
Davutoğlu, başbakanlık baş danışmanı idi. fikirleri Erdoğan tarafından benimsemiş olmalı ki Dışişleri Bakanı yapıldı. Fikirleri ile ilgili beklentiler devam etmekte olmalı ki şimdi de başbakan oluyor. Erdoğan gücünün zirvesinde, söyleyecek sözü, yapacak işi, gidecek yolu olduğunu düşünüyor. Boşalttığı koltuğa söylediğini yapacak birini değil, söylemeden yapacak birine bırakmayı istedi. Bana kalırsa Erdoğan yerini, fikir ve aksiyon manasında ikiz eşine bıraktı. Kendisine farklı bir kulvar açarken, diğer kulvar kendini yorsun istemedi. Bazılarının iddiasının aksine Davutoğlu, her hareket öncesi ve sonrası Cumhurbaşkanının ağzına ve gözüne bakan biri olmayacaktır. Çünkü buna ihtiyaç olmayacaktır.
Daha somuta indirgersek; Türkiye etrafında olup bitenlere karşı pasif davranmayı bıraktı. Ekonomik ve askeri gücündeki kısıtlılıkların farkında olarak aksiyoner olmanın mümkün olmadığını da gördü. Gelişmeleri yakından izleme ve reaksiyoner davranma tavrı devam edecek. Bu tarzın adamı Davutoğlu olduğu için görev ona verildi diye düşünüyorum. Ülkemiz ve milletimiz adına başarılı olmasını dilerim…