Önemli gün ve haftalarda üniversitemizin öğretim üyelerine iyi dilek ve temennilerimi içeren mailler atarım. Son mailim kadınlar günü vesilesi ile oldu;
“Tüm kadınların gününü kutlar, şiddet içermeyen bir hayat dilerim...” Bu maili bende mail adresi olan tüm öğretim üyelerine attım. Bazı erkek arkadaşlar esprili bir dille “sadece kadınlara atman gerekirdi” manasında itirazlarını dillendirdiler.
Aslında, atmadan önce sadece kadınlara atmam gerekip gerekmediği konusunda ben de bir tereddüt geçirdim. Ama mailin içindeki mesajı önemsediğimden herkese göndermeyi uygun buldum. Mesajdaki temennim net; “şiddet içermeyen bir hayat” diliyorum. Ne hayatı tek başımıza yaşıyoruz, ne de şiddet kadınların tek başlarına yaşadıkları bir sorun. Kadına şiddeti uygulayan erkek olduğuna göre şiddetsiz bir hayat temennisinin muhatabı neden sadece kadın olsun.
Sadece kadınlara mesaj atmam gerektiğini düşünen arkadaşlarım kendilerinin böylesi bir sorunu olmadığından hareket ediyor olmalılar. Bu durumda şiddet görmeyen kadınların da muhataplıktan çıkarılması gerekmez mi. Öyle ya hayatında hiç şiddet görmemiş birine şiddetsiz bir hayat temenni etmenin esprisi var mı? Ya şiddet uygulayan erkeklerin bir kadın elinde yetiştirilmiş olmalarına ne demeli. İşin aslı ne kadınımız ne de erkeğimiz bu sorundan ari değil. Genel olarak bu toplumsal sorunun ya muhatabı, ya tarafı, ya parçası, en azından sosyal açıdan sorumlusuyuz.
Şiddet sadece kadına karşı mı? “Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet” haberi olmayan günümüz yok gibi… 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle yayınladığım mesajımda “Sağlık çalışanlarına şiddet içermeyen çalışma ortamları” diledim. Alttaki yorumlardan birisi “hak ediyorsunuz” manasında. Yorumu yapanın “Siz üzerinize alınmayın, sözüm hastayı müşteri gibi görüp, saygısız ve küstah davrananlara” demesi işin özünü değiştirmiyor. Bayramda bile zılgıt yiyoruz. Müşteri her zaman haklıdır düsturundan hareket edecek olursak; sorun müşteri olmak olmamakla ilgili değil. insan olmakla ilgili. Alın size bir satıcı müşteri ilişkisi;
Eşim, alacağı bir malın seçimi konusunda tereddütlü davranınca alışveriş yaptığı tezgahtar beyin “beni oyalamayın” diyen tavrına muhatap oluyor. Bu tavrın yanlış olduğunu anlatmaya çalışınca ortam elektrikleniyor ve münakaşaya başlıyor. Derken tezgahtar beyin tezgahın arkasında oturan annesi; “kocası yok mu bunların, böyleleri ölümü hak ediyor” diyerek münakaşaya dahil oluyor. Üstelik bu olay Özgecan cinayetini takip eden 15 gün içinde oluyor.
Hasılı, artık kabul edelim ki, şiddet toplumsal bir sorun. Şiddeti besleyen bir toplum hayatımız var. Sorunun kaynaklarından biri de şiddetin kendilerinden çok uzak olduğunu düşünenler olabilir mi. Şiddeti başkalarının sorunu imiş gibi görenler. Onlara bir sözü olsun; kapınızı çaldığında artık çok geç olabilir…