On yıl önce, Pamukkale Üniversitesi İşletme Müdürlüğü yaptığım dönemler. O zamanlar sistem şimdiki gibi işlemiyor. Sosyal güvencesi olmayan bi dolu insan var. Onları borç senedi ile taburcu ediyoruz. Arada bir hasta yakınlarından özellikle de hastayı yatırırken “ben ödeyeceğim” diyenler olurdu. Ama onları hasta taburcu olurken ortalıkta göremezdik. Zeybekci’yi sosyal güvencesi olmayan ihtiyaç sahibi bir hasta nedeniyle tanıdım, akrabalık ilişkisi de yoktu, ama O, “ben ödeyeceğim” dedi ve hastanın taburcu olacağı gün ödedi. Yine böylesi bir hasta oldu ve Zeybekci ödeyecek denildi. Böylesi bir insanı yakından tanımak istedim ve telefonla ulaştım, işletmeye davet ettim. Neden gelmesi gerektiğini sordu. Tanışmak ve ödeme ile ilgili yardımcı olmak istediğimi söyledim. O günler için vakti olmadığını hastanın borcunu hemen ödemek istediğini söyledi ve uygun bir zamanda uğrarım dedi.
Derken Başbakan Erdoğan ile olan muhabbeti konuşulur oldu. Denizliye belediye başkanı oldu. Bu işe soyunurken büyüklerini kıramadığını düşündüm. Yeni dar, yeri dar bu şehirde belediye başkanı olmak için ya emekli olmak ya da işsiz güçsüz olmak lazım diye düşünüyordum. Hızla icraata başladı ve kendinden öncekilerle olan farkını gösterdi. Kimileri koltukla değer kazanırken, Zeybekci, Denizli Belediye Başkanlığı koltuğuna değer kattı.
Tüm bir belediye başkanlığı boyunca işletmede muhatap olduğum adam değişmedi. Hep işi, muhabbetin önüne koydu. Bu nedenle de ortalama vatandaş için mesafeli, ulaşılmaz biri oldu. Vatandaşı dinlemenin icraat kadar önemli olduğunu fark etti, ama bu defa da başka bir kulvara yelken açtı. Denizli de kendini tekrar etmektense, Türkiye’nin gelişimine katkıda bulunabilirdi. Bu düşüncelerle daha başkanlık süresinin bitmesine üç yıl varken milletvekili oldu. Halbuki zirvede sayılırdı. Kendinden öncekilerle kıyas kabul etmeyecek şekilde başarılı bir başkanlık yapmıştı. Sadece belediye değil, şehirde hemen her kurum ve siyaset ondan sorulur olmuştu. Ufukta büyükşehir yasası vardı. Bir vilayeti yönetme fırsatı varken bu imkanı kenara bırakıp vekilliğe talip oldu. Aslında talip olduğu bakanlıktı. Öğrendiğimiz kadarı ile Cumhurbaşkanlığı’na sunulmak üzere hazırlanan bakanlar kurulunda da vardı, ancak her nasılsa açıklanan bakanlar kurulunda yoktu.
Denizli olarak bir hayal kırıklığı uğramıştık. Kuşkusuz en büyük hayal kırıklığını kendisi yaşadı. Omuzlarında sadece kendi beklentisi değil, Denizli’nin de beklentilerini karşılayamamış olmanın yükü de vardı. Sadece beklentilerin gerçekleşmemiş olması değil elbette, zirveden sonra sıradan milletvekilliğini kabullenmek, hazmetmek, alışmak gibi bir yeni durum önünde duruyordu.
Böylesi bir durum öfke yaratır. Bu öfkeyi kontrol etmek gerekir. Alınganlıklar ortaya çıkabilir. Gücün ve itibarın ile ilgili spekülasyonlar yapılır. Bunların bir kısmı kulağına gelir. Bir gün, başladığın yere dönersen seni nasıl bir hayat bekliyor hafiften hissedersin. Nereden geldiğini hatırlarsın. Tütün tarlasından gelmiştin gerekirse yine dönerdin. Hatta en iyisi o günü beklemeden şimdiden dönmek ve bir kere daha yaşamak diyerek tütün kırdı. Neticede bir fanisin, birçok faniye nasip olmayan yerlere gelmek nasip oldu. Bundan sonrası olmasa ne olur. Bu düşünce insanda bir iç huzuru oluşturur. Günler kolay geçmeye başlar.
Bu koşullarda gelmiştir bakanlık. Ankara’yı tanıdıktan sonra; bir gün sıradan bir hayatı yaşamak zorunda kalırsa, nasıl olacağını görmüş olarak. Şimdi tüm avantajlar Zeybekci’den yana. Başarılı olabilmek için yeterince donanımlı. Türkiye’nin malum konjonktürü savrulmalara neden olmaz ise başarılı olacağına da inanıyoruz.
Bu kadar başarılı olmuş ve bakanlıkla taçlandırmış birine tavsiye haddim değildir; ama ben yine de söylemiş olayım. Sayın Bakanım, çevrenize birikimli, donanımlı insanlar toplayın, zayıf insanların yükünü taşımak zordur, sizi yorar. Başarılar diliyoruz, Allah utandırmasın…