Öncelikle şunu belirteyim ki, dershanesiz bir hayat daha iyi olurdu; ama dershanelerin kapanacağını düşünmüyorum. Belki ertelemeden sonra bunu söylemek mümkün diyebilirsiniz. Bu konudaki düşüncemi tartışmanın en hararetli olduğu dönemde iki adet twit ile paylaştım. “Tecrübelerime göre dershaneler kapatılmayacak; ama süreç nedensiz değil, turnusol kağıdını bilir misiniz (18 Kasım)” ve “Dershaneleri kapatmak iyi bir temenni olabilir; ancak ekonomik, sosyal, siyasi ve nihayet hukuki bakımdan sıkıntılı bir iş (22 Kasım)”
Paylaştığım twitlerden de anlaşılacağı üzere bir süreçten bahsediyoruz. “Süreç” sözcüğü tam da buraya cuk oturur. Dershaneleri kapatmanın iyi bir temenni; okula dönüştürmenin zor; sıfırlamanın imkansız olduğunun idraki içinde davranılabilseydi, daha az kırgınlık olurdu. Konunun tarafları yılların birikimi ile hareket ediyor ve tavır alıyorlar. Bu birikim öyle bir birikim ki, içinde mücadele, başarı, kabul ve gelecek var. Böylesi bir birikimin kendini dershanelerin kapatılması olgusuna indirgemiş olması şaşırtıcı. Meşhur tabiri ile tüm ezberlerin bozulduğunu söyleyebiliriz.
Kapanmayacağı kanaatine nasıl vardım? Benim ki tecrübelerimden kaynaklanan bir çıkarım. Bundan yedi yıl önce muayenehane açmak için yola çıktım. Çevrem, bana muayenelerin kapatılacağını, bu durumda yaptığım masrafın boşa çıkacağını söyledi. Hayatımın düsturu başarısız olduğum işler için değil, denemediğim şeyler için üzülmektir. Pahalı zevklerim yoktur benim. Muayenehane açmak, beyhude bir masraf olsa bile, bu da benim lüksüm olsun diye düşündüm. Hasılı, yedi yıldır muayenehane işletiyorum. Bizimkisi dershanelere bakınca göreceli olarak basit bir konu. Sağlık Bakanlığı kamuda çalışanların tek bir adreste çalışmaları gerektiği gibi basit, makul ve haklı bir mantıkla hareket etti. Bu konuda bir kanun da çıkarıldı. Ancak Anayasa Mahkemesi olguya hekim veya öğretim üyesi hakkı açısından bakmadı, tamamiyle vatandaş hakkı açısından baktı. Özetle “sağlık vazgeçilemez ve ikame edilemez bir insan hakkıdır, sağlık hizmetleri konusunda donanımlı birer hekim olan öğretim üyelerine vatandaşın ulaşmasına sınırlama getirmek doğru değildir. Hükümetin, hekimlerin tam gün çalışmalarını kanunla düzenlemesi anayasaya uygundur, ancak mesai dışında çalışmak isteyen öğretim üyelerine sınırlama getirmek doğru değildir” dedi
Türkiye eğer inanıyorsak bir hukuk devleti. Hukuk devleti olgulara vatandaş hakkı açısından bakar. Dershane olgusuna da gerek müteşebbislerin girişim hakkı, gerekse vatandaşın eğitim hakkı açısından bakacaktır. Tekrar başa dönecek olursak. Dershane olgusuna “süreç” kavramı içinde bakılabilseydi, kastı aşan ifadeler kullanılmazdı. Tam da burada sonu başından belli olan bir süreci yaşamak ve yaşatmak zorunda mıyız? diye sorulabilir. Evet zorunda değiliz. Demokratik ülkelerde bu tür sorunlar olmuyor. Bizde demokrasi kültürünün biraz zayıf olduğunu kabul edersiniz herhalde. Burada iktidarı kastettiğimi düşünenler yanılır. İktidar toplumun bir yansımasıdır. Bu toplumu oluşturan vatandaşlar ve sosyal gruplar demokrat olduklarını mı iddia ediyorlar? Acı gerçeği haykırayım; bu ülkede atama ve yükselmelerde en geçerli kriter hala referanstır. Referans, kişinin özgeçmişinden ve liyakattan önce gelir. İşin acı tarafı referans iki yönü çalışır. Eğer bir konumun iki taliplisi var ise, talipliler birbirini fişleyerek yıpratmaya çalışır. Fişleme dediğin dedikodunun yazıya dökülmüş hali; kısacası fişleme ve fişlenme hayatin her alanında. İlk taşı hiç fişlemeyen atsa derim ben. Referans sistemi kendinden olana sahip çıkma sistemidir. Bu sistemde güçlü olan kazanır. Güçsüzler ya güç kazanmaya çalışır, ya da diğerlerini güçsüzleştirmeye. Bu da çatışma anlamında gelir.
Yine de Çetin Altan’ın deyimi ile enseyi karartmayalım. Batıda bu işler böyle yürümüyor dedik ya; biraz doğumuzda da bu işler şiddet ile halledilmeye çalışılıyor. Biz en azından konuşuyoruz/konuşabiliyoruz, yazıyoruz/yazabiliyoruz. Anlayacağınız demokrasiye beş var…