Her toplumda işlerin yapılması ve koordine edilmesi için bazı makamlar tahsis edilmiştir. Örneğin başkanlık, müdürlük, şeflik gibi. Bu makamların bazılarına atama ile, bazılarına ise seçimle gelinir. Bunların tamamı hizmet makamıdır. Yani bu makamlara insanlar hizmet etsinler diye gelir ya da getirilir. Makamlar, hizmet verilebilmesi için bazı imkan ve yetkilerle donatılmıştır. Örneğin makamın arabası, şoförü, sekreteri, iyi bir maaşı, atama ve görevden alma yetkisi vardır. Bazıları için bu imkan ve yetkiler o kadar caziptir ki, makam talebi bu imkan ve yetkiler içindir. Yani hizmet olgusu geri planda kalır. Daha başka bir ifade ile bazıları için makam bir amaçtır. Hizmet etmek isteyenler için ise araçtır.
Makamı elde etmeyi amaç olarak edinmiş insanlar çoğu zaman başarıya ulaşır, ya da makama ulaşanlar genellikle bu işi amaç edinenlerdir. Bu tespitim gözleme dayalıdır. Liyakat esaslı görevlendirme vaadi ve talebi bu ülkenin değişmez gündemidir. Bir konu ne kadar gündemde ve tartışılıyor ise, o konuda aynı oranda sıkıntı vardır.
Şimdi biz halis olmayan niyeti bir kenara bırakalım da, niyeti halis olan yani makamı bir hizmet aracı olarak görenlere gelelim. İnsanların içinde hizmet etme arzusu olması doğal ve güzel bir duygu. Ancak her hizmet arzusu bir fiile dönüşür diye bir durum yok. Yani hizmet arzusu ile makama oturan biri de hizmet işini yapamayabilir. Hizmete talip olanların kafalarında bir ertesi gün tasavvuru olmalıdır. Hele bir makama oturalım, gerisini orada düşünürüz diye bir yaklaşım doğru değildir. Makama talip olan kişinin çevre, iş ve insandan oluşan üç faktör konusunda haberi ve birikimi olmalıdır. Makama gelenler iş, çevre ve insan öğrenmekle vakit harcarsa hem zaman akar gider, hem de yanlış kararlar alınabilir. Makama hizmet amaçlı geldiğinden şüphe duymadığım bazı tanıdıklarımın dönem sonunda yeniden başlayabilme arzusu içinde yandıklarının şahidiyim ben.
Kısacası makamlar tecrübe edinme yerleri olmamalıdır. Kafada bir ertesi gün tasavvuru olmalıdır. Tabii ki “iş ve işler” manasında…