Kültür bir yaşam biçimidir, toplumdan topluma değişir. Bazılarının diline doladığının aksine kültürsüz bir toplum yoktur. Yüksek kültür, sığ kültür ayrımı olabilir. Her insanının ve her toplumun bir yaşam bicimi dolayısı ile kültürü vardır. Kültürler toplumlar arasında farklılık gösterdiği gibi, aynı toplumun içinde farklı kesimler arasında da farklılık gösterebilir.
Bir toplumun içindeki yaşam biçimlerini/kültürleri bilgi, sanat, estetik, düşünce yapıları bakımından üst ve alt kültürler şeklinde katmanlandırabiliriz. Kalkınmayı hedefleyen her toplum, öncelikle alt kültür katmanındaki mensuplarını üst kültür eviyesine çıkarmak ister. Böylece homojen ve aynı dili konuşan ve sinerji oluşturabilen bir toplum ortaya çıkar. Bunu sağlamanın yolu eğitimden geçer. Okuma yazma seferberliği, asgari zorunlu eğitim, bu amaca hizmet etmek üzere kurgulanır. Kitle iletişim araçları, sinema, tiyatro, roman, spor ve sanatsal faaliyetlerle bu çaba desteklenir. Bir taraftan alt kültürler üst kültür seviyesinde çıkarılmaya çalışılırken, toplumun imkanı daha geniş ve deha seviyesindeki beyinleri çağdaş bilgi ile donatılarak dünyanın ileri ülkeleri yakalanmaya çalışılır. Bu sürekli eğitim ile desteklenen bir süreçtir. Bu süreçte sadece öğrenmek yani bilgi sahibi olmak yeterli değildir. Arge, inovasyon kültürü oluşturmak; estetik ve sanatsal kaygılar ve hazlar oluşturmak; barış, empati ve hoşgörü ortamı oluşturmak, kısacası medeni bir toplum ve medeniyet oluşturmak gibi bir hedef vardır. Bu sürece planlı kültür inşası olarak bakabiliriz. Bu süreçte bir kültürel değişim dönüşüm ama illaki gelişim vardır. Süreç planlı ve hesaplıdır.
Buraya kadar anlattıklarım, bir toplumun üzerinde konsensus sağladığı/sağlayabileceği yani olmasını istediği, yapmak için uğraştığı bir durumdur. Peki olan nedir;
Olan şu dur ki; başta kitle iletişim araçları olmak üzere çeşitli yollarla dünyayı istila eden hakim kültür, inşa halindeki kültürü yozlaştırır. Kültürel dönüşüm ve değişim yine vardır, ancak maalesef gelişim yoktur. Değişim ve dönüşüm yozlaşmaya doğrudur. Bu yozlaşma hızla kuşaklar ve kültürel katmanlar arasındaki farkı derinleştirir, uçuruma dönüştürür. Toplumda derin fay hatları oluşturur. Toplumun geneli için neyin iyi olduğu konusunda keskin görüş farklıları ortaya çıkar. Konsensus yoktur, herkes kendi doğrusunun peşindedir. Kültür/yaşam biçimi çatışması başlar.
Hakim kültür öncelikle çocuklar ve genç beyinler üzerinde etkili olur. Sinema, müzik, roman, televizyon gibi iletişim araçları, gençlerin giyim tarzı, yemek alışkanlığı, eğlence tarzı, estetik kaygı, dünya görüşü üzerinde farklılaşmalara yol açar. Farklılaşma/ayrışma gelenek ile modernite arasındaymış gibi görünür, ancak aslında bireyin biraz da kendi içindedir.
Hakim kültür bu konuda bilinçli ve hedefli olan bir çaba içindedir. Örneğin “fast food” sunan lokantalar zinciri, çocukları yemek yanında sunduğu oyuncaklar vasıtası ile cezp eder. Çocuklarda istenilen damak tadı oluşturulur ve kişi tüm hayatı boyunca o tadı arar. Çocukluğumda bamya sevmediğim bir yemekti. Zorlandığım için ya da aç kalmamak için yerdim. Bugün bamya yemeğini aramam ve severek yememin nedeni, sevmeyerek de olsa yedirilmiş olmam nedeniyle damak tadımın şekillendirilmiş olmasıdır.
Yozlaşma iç çatışmayı kaçınılmaz kılar. İç çatışma içinde yaşayan toplumların yozlaşması da kaçınılmazdır. Bu ikisi birbirini besler. Önemli önemsiz her konu çatışma nedeni olarak görülür. Çatışmaların galibi olabilir, ancak toplum kaybeder. Kazanan tarafın ulvi amaçları ve çabaları olması yeterli değildir. Zira kaybeden taraf kazananı aşağı çekmeye çalışır ki, bu toplumun aşağı çekilmesidir.