Demokratik ülkelerde gösteri ve yürüyüş düzenlemek bir haktır. Yalnız bu hakkın kamu düzenini bozacak şekilde kullanılmasına müsaade edilmez. Bu nedenle bu tür faaliyetler için bazı ülkeler özel ve sürekli açık bazı meydanlar ayırırken, bazı ülkeler de izinle kullanılan yerler göstermektedir. Teorik olarak ülkenin her sokağında ve meydanında gösteri ve yürüyüş yapılabilir. Ancak bunun zamanlaması ve güzergahı ile ilgili bir takım sınırlamaların getirilmesi kamu düzeni adına normaldir. Diğer taraftan şiddet içeren gösteri ve yürüyüşler her ülkede yasaktır, güvenlik kuvvetleri gösterici gruba müdahale eder.
Konunun buraya kadar olan kısmında anlaşılmayacak bir şey yok. Tartışmalı olan konu izin verilmeyen zaman ve mekanda gösteri yapma talebi. Göstericilerin geçmişteki olayların yıldönümlerini aynı tarihte ve aynı mekanda kutlama veya protesto isteği anlaşılabilir makul bir taleptir. Ancak kamu otoritesinin örneğin Bir Mayıs İşçi Bayramı’nın Taksimde kutlanması/yasaklanması polemiğinde olduğu gibi, bir provokasyon istihbaratı alması durumunda gösteriyi zaman ve mekan bakımından yasaklaması söz konusu olabiliyor. Devletin provokasyona karşı tedbir almak gibi bir görevi olmasının yanı sıra, provokasyonu önlemek gibi bir görevi de vardır. Provokasyon ihtimaline karşılık gösteri yasaklamanın sonu yoktur, bu provokatörlere karşı zafiyet demektir. Provokatörler her zaman ve mekanda, bu arada izinli olan gösteri ve yürüyüşlerde de ortalığı karıştırabilirler.
Doğrudan şiddet içeren, çevreye, özel mülkiyete, kamu malına zarar veren kamu düzenini bozan gösterilerin bazı çevrelerde kabul gördüğü bir gerçek. Bu çevreler hükümetin burnunun sürtülmesi gerektiği, bu yolda yapılacak her türlü eylemin mubah olduğu düşüncesindeler. Halbuki burnu sürtülen ülke olmakta, istikrarsızlaştırılan ülkede yatırım maliyetleri artmakta, işsizlik artmakta ve bu durum huzursuzluğu besleyen bir kısır döngüye dönüşmektedir.
Şimdi soruyu soralım. Şiddet ile sonuç alınabilir mi ve şiddeti ortaya çıkaran nedenler biraz olsun makul görülebilir mi? Ya da şiddet içermeyen bir çözüm olabilir mi? Şiddet çaresizliğin bir ifadesi midir? İnsan neden canını riske atsın.
Biz bu sorunun cevabını baş örtüsü yasaklarının en acımasızca uygulandığı zamanlarda bulabiliriz. Başörtüsü yasağına karşı gösteri ve yürüyüş yapıldı. Bazı öğrencilerin kendilerini okul parmaklıklarına zincirlediklerine şahit olduk. Ancak bunların mağduriyet gösterisi ile sınırlı kaldığını gördük. Malatya’da protestocu bir grubun gösterisi başörtülü kesim tarafından bile tasvip görmemişti. Hatta bazı kesimler bunun provokatif bir eylem olduğunu iddia ettiler. Ama bu gösteriler esnasında kimsenin burnu kanamadı. Bunun nedeni göstericilerin sağduyusu muydu, yoksa yasakçı zihniyetin ve güvenlik güçlerinin sağduyusu mu? Yasakçı zihniyetin kan akmasından medet umduğunu Danıştay saldırısı ile gördük. Başörtülü grup ise başını açmayı, okumayı terk etmeyi veya yurt dışında okumayı tercih etti. Bir bakıma sabrı tercih ettiler. Bugün gelinen noktada sabrın sonunda istenilen elde edildi.
Şiddet kimden gelirse gelsin mazur görülemez. Marjinal grupların dışında mazur gören de yok zaten. Ancak bir kesim sadece göstericilerin uyguladığı şiddeti, bir kesim de sadece güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddeti görüyor ve göstermeye çalışıyor. Mesele bu...