Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki, şimdiye kadar yapılan uygulamaya da seçim denilemezdi. Öğretim üyelerinin oyları ile ilk altıya giren adaylar YÖK’e gönderilmekte, YÖK bunlardan üçünü eleyerek, dilerse altıncı sıradakini ilk üçe ve hatta birinci sıraya koyarak cumhurbaşkanlığına sunabilmekte idi. Yani seçilenin değil, o günkü cumhurbaşkanına uygun olanın atandığı bir sistem vardı. Ahmet Nejdet Sezer, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan zamanında üç ayrı seçime katıldım. Atamalarda hep konjunktürel şartlar belirleyici oldu. Kimse bana herhangi bir dönemin daha demokratik olduğunu söylemesin.
Atamanın belirleyici olduğu böylesi bir sürece rağmen, biz öğretim üyeleri bu seçim olgusunu fazla ciddiye aldık. Rektörlük seçimlerinden bir yıl evvelinden asli işlerimizi bıraktık, seçimle yatıp kalktık. İçimizden biri atandı, ama biz herkes işine diyemedik. En azından bir yıl daha, neden oldu? nasıl oldu? ve hatta bir dahaki dönemin hesaplarını yapmaya başladık. Atanan rektöre oy vermeyenler mağdur edildi, oy verenler el üstünde tutuldu. Onlara kadro, makam verildi, işleri kolaylaştırıldı. Bu hali ile üniversitelerde ikilik yaratıldı. Üniversitenin en azından yarısı ne yönetim ne de üretim süreçlerine dahil edilmediler. Böylece üniversiteler hep tek ayakla yürümeye çalışan bir organizma gibi oldular.
Üç defa seçime giren bir öğretim üyesi olarak şöyle düşünmüşümdür. Birileri toplanmış Türk üniversitelerini nasıl işlevsiz hale getirebiliriz diye kafa yormuşlar ve bu seçim sistemini bulmuşlar. Seçimle uğraşsınlar da bilimi ve eğitimi bıraksınlar diye. Hani başarılı da oldular diyeyim ben size.
Seçilenin doğrudan atandığı bir sistemin mevcuttan daha tehlikeli bulmuşumdur. Tekliflerin ve tehditlerin önünün alınmayacağın düşünmüşümdür. Üstelik oy kullanan öğretim üyelerini de rektör atıyor. Yani kadrolara kendine oy verecekleri atadığını ayrıca anlatmama gerek yok sanırım.
YÖK’ün cumhurbaşkanlığı makamına üç aday sunacağı ve bunlardan birinin atanacağı yeni sistemin en doğrusu olacağı gibi bir iddia içinde değilim. Şimdikinden bir eksiği yok demeye çalışıyorum. Artısı ise atanan kişinin öğretim üyelerine sözü veya borcu olmayacağı için liyakat esaslı çalışma bakımından eli daha rahat olacaktır diye düşünüyorum.
Seçim süreçlerine hepten kötü idi diyemem. Bu vesile ile öğretim üyeleri ile tanıştım. Onların dertlerini, beklentilerini ve çözüm önerilerini dinledim. Genel olarak üniversitenin kapasitesine ve sorunlarına vakıf oldum. Kendimi ve projelerimi anlatma fırsatım ve dahi bunları revize etme imkanım oldu. Kısacası seçim süreçleri genişletilmiş bir istişare mekanizması gibi çalışıyordu.
Hangi kurumu ve hangi makamı ele alırsak alalım, liyakat esaslı atama ve adalet esaslı yönetim yapamadığız sürece hiçbir sistem verimli olamaz.
Bu haber 1712 defa okunmuştur.