Çocukluğumda 29 Ekim Cumhuriyet Bayramları tıpkı şimdi olduğu gibi Valilik önünde kutlanırdı. Biz, çocuklar oraya tank ve top seyretmeye giderdik. Tanklar yeri sarsa sarsa geçerlerdi. Paletlerine geçirilmiş lastiklere rağmen yolun bazı kısımları ezilirdi. Bir keresinde tören alanına gelemeden yolda kalan da olmuştu diye hatırlıyorum, ama emin değilim. Tanklar dosta düşmana caydırıcılık gücümüzü göstermek için yürütülürdü diye biliyorum. Ama asıl önemlisi devlet vatandaşına güven vermek isterdi. Kuşkusuz vatandaş da bununla gururlanırdı. Şimdi artık tanklar yürütülmüyor.
O geçit törenlerinin sonunda kadar beklerdim. Çünkü sonuna doğru Denizli’deki üretici ve ticari firmaların araçları geçerdi. Firmalarını tarif eden birer pankartları olurdu. Örneğin, Uğurlu Otocam’ın böylesi bir geçit törenin de çekilmiş bir otobüsü hala firmanın duvarlarından birini süslemektedir. Tabii ki geçit törenlerine katılan askeri ve sivil araçlarda zaman içinde yenilenmeler, ilaveler, değişiklikler olurdu. Bu da gelişimin bir göstergesi olarak görülebilirdi.
Yalnız bir şey değişmezdi. Günün anlam ve önemini belirten konuşma. Bu konuşma her yıl aynı içerikte, aynı cümlelerle ve aynı hamasette okunurdu. Eğitim öğretim hayatı boyunca her yıl birkaç defa dinlediğimiz, bildik/bilmemiz gereken bir tarih ve tarif. Bu yılki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılmak için vilayet binasına doğru yürürken bunları düşündüm. Sordum kendi kendime de; peki sen olsan nasıl bir konuşma yaparsın? diye. Cumhuriyetin anlamının yanı sıra mutlaka maddi kazanımlarından da bahsederdim. Nüfus, milli gelir, kişi başına düsen milli gelir, ithalat, ihracat, imalat, üniversite, öğrenci, karayolu, demiryolu uzayıp giderdi.
Sayın Valim Abdülkadir Demir böylesi bir konuşma yaptı. Bize geçen Cumhuriyet Bayramı’ndan bu tarafa Denizli’de nelerin değiştiğini, bir dahaki bayrama kadar nelerin değişeceğini anlattı. Sayın Valim benim düşüncemden farklı olarak yerel olmayı tercih etmişti ki, bu da güzel oldu. Bazıları bu konuşmayı yadırgadı. İcraatın içinden konuşması gibi gördü. Ancak dediğim gibi ben bu görüşlere katılmıyorum. İnsanımızın her yıl tekrarlanan şablon konuşmalardan sıkıldığını düşünüyorum. Yine de eleştirilerle birlikte değerlendirildiğinde aşağıdaki bilgilerle desteklenebilirdi.
Biz cumhuriyeti ilan ettiğimizde dünyada kaç cumhuriyet vardı; demokrasiye geçtiğimizde kaç demokrat ülke vardı; kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdiğimizde kaç ülkede bu hak vardı; bugün neredeyiz. Yalnız bu konulara girdin mi, biri de çıkıp Kore örneğini veriyor. Ama bunun adı bayram, ve biz, bir günlükte olsa bardağın dolu tarafına bakmak durumundayız. Bardağın boş tarafını doldurmak ise yine bizim görevimiz. Ne kadar erken doldurursak dolu dolu bir cumhuriyeti o kadar çabuk kutlarız.
Programda Atatürk’ün onuncu yıl nutku kendi sesinden verildi. Kim olursa olsun, herhangi bir faninin kutsanmasını doğru bulmadığım halde, Atatürk’ün konuşması birçok kişiyi olduğu gibi beni de duygulandırdı ve gözlerim buğulandı. Çünkü biz Atatürk’ün şahsında Türk milletinin verdiği ölüm kalım savaşını, cumhuriyeti, sonrasında verilen çağdaşlaşma gayretlerini görüyoruz. Tıpkı Sultan Alparslan’da Anadolu’yu; Fatih Sultan Mehmet’te İstanbul’u; Selimiye’de Osmanlı’yı; Ankara’da Cumhuriyet’i gördüğümüz gibi.
Dağlardan taşlardan sökülen “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünün dillere yasak olmadığını tören boyunca resmi ağızlardan tekrar ve tekrar duymak da bizleri fazlası ile mutlu etti.
Başladığımızla bitirelim. Bugün tank yürütmüyoruz, ama tank yapabiliyoruz, hangisini tercih ederdiniz.