Bu aralar Tavaslı Mehmet Fevzi efendiyi okuyorum. Ahlak, liyakat, din ve devlet kaygısı olan bir ilim adamının hayatında, XIX. yüzyıl Osmanlı sosyal ve siyasal hayatını, bir başka deyişle özgeçmişimizi okuyorum. Karışık ve karmaşık duygular içindeyim. Tarih tekerrür etmek zorunda mıdır, tarihin tekerrürü bir dünya gerçeğimidir, yoksa bu coğrafyanın bir sorunumudur? Kitaptan öğrendiğime göre; Nakşibendi tarikatı şeyhi olan Halidi Bağdadi, İstanbul’a atadığı halifesine yedi şart koşar;
1. Devlet ricali ve vezirlerin yanına gidip gelme
2. Kendi adına tekke ve zaviye için devlet adamlarından maaş ve bağış talebinde bulunma
3. Mürit ve ziyaretçilerin halkla ilgili işerine müdahale etme
4. Kadınların tekkeye gelmelerine müsaade etme
5. Dünya ehli ve yöneticilerin yaptığı gibi dünya malı toplamaya dalma
6. Şeyhin ile irtibatını kesme bütün sorunları ona danışarak çöz
7. Hanımın üzerine İstanbul hanımları ile evlenme
Ben bu şartların ilk üçünü okuyunca, döndüm bir daha okudum, yitik malını bulmuş gibi oldum. Bir cemaat yapılanması düşünün ticaret ve siyaset yapmayacak. Mensuplarının dayanışması, birbirini kollaması üzerinden toplumun diğer kesimleri aleyhine etki ve taban genişletmesi çabası içinde olmayacak. O zaman ne diye bir araya gelecekler demeyin. Dinlerini öğrenecekler, faydasız iş ve sözleri terk edecekler, tüm Müslümanlara muhabbet besleyecekler, haramdan kaçınacaklar, sünnete uyacaklar, güzel ahlak sahibi, samimi doğru sözlü olacaklar. İçinde yaşadığım toplumda bu meziyetlerin bazıları için bir anlam ifade etmediğinin farkındayım. Bir insanın cimrilik, hırs, kibir, kötülük, kıskançlık dedikoduculuk ve saldırganlık gibi olumsuz sıfatlardan arınması az şey mi? Bu meziyetleri kazanmış kişilerin toplumun hangi alanında ve kademesinde bulunurlarsa bulunsunlar, faydası hem kendilerine hem çevrelerine olacaktır diye düşünüyorum.
Ne gerek var bir yol göstericiye, aç Kuran’ı oku diyenlerimiz de var. Ama her türlü bilimin öğretilmesi için okulların ve öğretim görevlilerinin olduğu da bir gerçek. Yani öğrenmek için kitaplar yeterli değil, illaki bir öğreten de gerekiyor. İnsan sosyal bir varlık. Bir araya gelinen sohbetlerin insanın sosyalleşmesine yardımcı olduğu da bir gerçek. Ayrıca üst benliğin, egolarımızın kontrolünü destekleyen bir yeri vardır.
Şeyhin, halifesine koştuğu şartları gördük, peki uygulama nasıl olmuş. Halidiliğin çıkışı Tanzimat ve Islahat hareketlerinin yapıldığı döneme rastlar. Yeniçeri ocağı lağvedilmiştir, Bektaşiliğin üzerine gidilmektedir. Ortaya çıkan boşluk halidilik tarafından doldurulur. Devlet ricali ve orta tabaka tarafından geniş kabul görür, bu kabul kısa sürede devlet içinde siyasi nüfuza dönüşür. Bu durum devlet içinde sıkıntıya neden olur öyle ki II. Mahmut tarikatın önde gelenlerini Sivas’a sürer.
Tarikatlar ile devlet aygıtının iktidar ve nüfuz mücadelesi devam eder gider. Herhalde Atatürk’ün tekke ve zaviyelere karşı olan olumsuz tavrının arkasında bu mücadelenin etkisini aramak gerekir.
Anlayacağınız günümüzde yaşananlar yeni bir durum değil. Yüz yıl öncesinin STK’sız ve siyasal partisiz ortamında bu çabaların bir mazereti ve karşılık bulan bir ihtiyaç durumu olabilir. Sizce bugün böyle bir ihtiyaç ve karşılık var mı?
Bu haber 4485 defa okunmuştur.