15 Temmuz'un yıldönüöü (17 Temmuz 2017)


Açıklama: Türk milleti yönetim modeli olarak cumhuriyeti seçti.
Kategori: HAFTALIK GAZETE YAZILARIM
Eklenme Tarihi: 22.Nisan.2019
Geçerli Tarih: 29.Mart.2024, 16:33
Site: Prof.Dr.Bülent TOPUZ
URL: http://bulenttopuz.com/yazar.asp?yaziID=445


Türk milleti yönetim modeli olarak cumhuriyeti seçti. 1946 yılında bu yönetim şekli bir adım daha geliştirildi ve demokrasiye geçildi. Bu geçiş Batı dünyası içine yer almak istediği için bir zorunluluk muydu, yoksa Türk milleti kendine bu yönetimi uygun mu gördü bunu bilemiyoruz. Bu soruyu sormakta haklıyız, çünkü bu ülkede demokratik süreç tam dört defa net bir şekilde kesintiye uğratıldı. Yani demokrasinin olmazsa olmaz kaidesi olan, seçimle gelen seçimle gider kuralı görmezden gelinerek, dört iktidar silah zoru ile değiştirildi. Zamanla bu kesintiler bizim demokrasimizin adeta yaşam tarzı oldu. Asker ve sivil bürokrasi, siyaset ve toplum tarafından içselleştirildi, desteklendi. Çözülemeyen problemlerin çözüm metodu olarak görüldü. Aslında problemlerin çözülmeyip buzdolabına kaldırıldığı, buzdolabından tekrar gündeme düştüklerinde daha sert ve daha kırılgan bir şekilde önümüze konulduğunu geç fark ettik.

İlk defa 27 Nisan 2007 de yayınlanan e-muhtıraya karşı siyasetin koyduğu tavır ile, bu millet elinde silah olanlara karşı durulabileceğini gördü. Bu tavır, bu muhtırayı takip edecek olan ilk müdahale denemesinde farklı bir şeylerin olacağına dair ip ucu gibiydi. Bir taraftan askeri komuta kademelerinin hükümet tarafından şekillendirilmesi. Diğer taraftan üst düzey sivil bürokrasinin muhafazakar cumhurbaşkanları tarafından şekillendirilmesinin de etkisi ile artık darbe teşebbüsünün olmayacağına kendimizi inandırmıştık. Şimdi bilgiler ortaya çıktıkça askerin içindeki Fetöcü yapılanma bizi şaşırtıyor ama, bu tip bir yapılanmanın var olduğu iddiası ve bu iddia ile birlikte bir darbe yapılabileceği iddiası zaman zaman dillendiriliyordu da bu iddialar komik bulunuyordu.

Darbe girişiminden bir hafta sonra yazdığım köşe yazımın bir paragrafını aynen aktarıyorum. “Görüldü ki paralel yapılanma, devletin hemen her kurumuna sızmış olmakla zaten devlet aygıtının ortağı imiş. Kırk yılda bu noktaya gelinebildiğine göre, devletin sahibi olmak için bir kırk yıla daha gerek kalmayacakmış. Sabretmek yerine bir darbe girişiminde bulunmanın izaha ihtiyacı var. Öyle anlaşılıyor ki; dünyanın patronajlığı iddiasındaki devletin sağlamış olduğu destek nedeniyle paralel yapının gözü dönmüştür.  Bu hain güruhun amacı devleti ele geçirmek olabilir, ancak öyle görünüyor ki, üst aklın  kurgusu devletin Erdoğan veya AK Parti’den alınıp başka bir yapıya teslim edilmesi değildir. Üst aklın istediği iktidar için silahlı mücadele eden tarafların olması, yani iç savaştır. Bir tarafta paralel yapının asker ve polislerine ilaveten afyonlanmış beyinler, diğer tarafta Erdoğan taraftarı asker ve polise ilaveten sivil halk. Yıllardır uğraşılan ve bir türlü başarılamayan Türk Kürt, Alevi Sünni, laik antilaik savaşı yerine yeni bir konsept. Dindarların iktidar savaşı. Tabii ki buradaki dindar kavramı kurguyu izah etmek içindir. Yoksa bu Fetö’cü vatan hainlerine dindar diyemeyiz.”

Bu satırları tekrar paylaşmamın nedeni ne kadar büyük bir bela atlattığımızı hem sıcağı sıcağına hissetmiş olmak, hem de aradan geçen zamana rağmen bu tehlikenin büyüklüğünü ve tehdidin sürdüğünü ortaya koymak adına o günleri hatırlatan ve yaşatan görsellerin, anektodların kullanılmasını hem gerekli, hem normal olarak gördüğümü belirtmektir. 15 Temmuz Demokrasi ve milli Birlik Günü ilan edildiğine göre, bu faaliyetlerin bir haftaya yayılmış olması da normal. Ancak bıktırma ihtimalinin sadece ortalama vatandaş için değil, AK Partinin bizzat kendi tabanı tarafından da hissedilmesine ve bir risk olarak görüldüğüne şahidiz. Daha ilk yıldan ve daha ilk denemeden bu kaygının ortaya çıkmasının ardında, bu tür kutlamalardan bıkkınlık olabileceğine dair bir tecrübenin olması gerekir. Bu tecrübenin bu toplumda cumhuriyet ve Atatürk ile ilgili olarak var diyebiliriz.

Şimdi buraya bir nokta koyarak kutlamalar olgusuna dışarıdan bakmaya çalışalım. Bu çabaların hedef kitlesinin 10-20 yaş grubundaki gençler olduğun düşünüyorum. Onların tarihi ve günceli okuyarak fikir dünyalarını şekillendirdikleri bir dönemde olduklarını düşünüyorum.  Bu kesimin 5N1K açısından olayları öğrenmeleri önemli. Biz Atatürk’ü böyle öğrendik; öğrendiklerimizi üzerinden saygı duyduk, takdir ettik ve sevdik.

15 Temmuz ile ilgili her türlü gösteri, TV programı, demokrasi nöbeti eylemi şeklindeki faaliyetleri normal karşılayan ve imkanı olduğu kadar katılmaya çalışan birisi olarak şimdi bir beklentim var. 29 Ekim haftası da aynı duyarlıkla ve aynı canlılıkla kutlanmalıdır. O hafta cumhuriyeti ne kadar sahiplendiğimiz, onu kuranlara ne kadar minnettar olduğumuzu ifade eden bir program bizzat iktidar tarafından hazırlanmalı ve uygulanmalıdır. Bu yaklaşım ortak değerlerimizde buluşmaya ve toplumdaki fay hatlarının kapanmasına vesile teşkil edebilir. Böylece milli günlerimize ve bayramlarımıza alternatif yaratılmaya çalışıyor iddiaları asılsız kalır ve 15 Temmuz cumhuriyetimizi ilelebet payidar kalacağına dair inanmışlığın bir ifadesi olarak tarihte yerini alır